GÜNCEL

Yusuf Alabarda : Garp cephesinde yeni bir şey yok

Tarih
27 Mart 2022
İzlenme
497 Kişi

Ukrayna’nın Rusya tarafından işgali öncesi iyi bir sınav vermeyen Batı’nın işgal başladıktan hemen sonra ardı arkası kesilmeyen zirveler gerçekleştirdiği hepimizin malumu. Bunlardan birisi de geçtiğimiz günlerde 24 Mart 2022 tarihinde Brüksel’de gerçekleşen ‘NATO Liderler Zirvesi’.

Bu zirvede gerçekleşen görüşmelerde en belirginleşen husus, uzun zamandan bu yana Avrupa ekseninde dillendirilen NATO’nun beyin ölümünün gerçekleştiğine dair iddiaların pek de doğru olmadığı gerçeği oldu.

ABD’nin özellikle Güney Doğu Asya’ya teksif olacak siyaseti açısından öncelikle Avrupa’nın güvenliğinin sağlanması son derece büyük bir önem ihtiva etmektedir. Bu konuda atılacak en kritik hamle, var olan müşterek müdafaa konseptinin tekrardan yeni gerçeklikler doğrultusunda hayata geçirilmesi olacaktır.

Türkiye’nin burada üstleneceği rol son zamanlarda sıkça dillendirilmeye devam ediyor. En son Hollanda Başbakanı Mark Rutte’nin NATO’nun doğu kanadının müdafaası açısından Türkiye’nin önemine dair dile getirdikleri dışında, birçok AB ve ABD merkezli düşünce kuruluşu bu hususları yazmaya ve söylemeye başladı.

Başladı başlamasına da yine de Ukrayna ve Avrupa’nın güvenliği söz konusu olduğunda son derece hasis davranan ABD ve AB’de Türkiye’nin güvenliğine dair bir paradigmal değişim olduğunu zannetmiyorum.

Ne ABD Suriye coğrafyasında terör örgütleri ile olan münasebetlerini sonlandırdı ne de NATO ülkelerinin uyguladığı örtülü ya da açık ambargo kararlarında bir değişim söz konusu. Müzmin Türk insanı iyimserliğini yine iliklerimize kadar hissediyoruz ve Batı ile olan ilişkilerdeki olağanüstü iyileşmeye dair ayakları yere basmayan onlarca yazı ve çizi keza yine medyada kendine yer buluyor.

Batı’nın oportünist ve pragmatik yaklaşımı bilmediğimiz bir husus değil.

Erdoğan zirvede yaptığı ikili görüşmelerde ve yaptığı açıklamalarda bu konudaki ikiyüzlü siyaseti tüm muhataplarına ve dünyaya iletti. O yüzden var olan iyimser tablonun konjonktür gereği olduğunu ve uzun soluklu olmayabileceğini düşünüyorum.

İlişkilerdeki pozitif havanın iki ana amili mevcut aslında. Birincisi; yumuşak ve sert gücünü Kafkaslardan Libya’ya kadar geniş bir coğrafyada dengeli bir şekilde bugüne kadar devreye sokan Türkiye’nin oluşturduğu zemin ve bu zeminin gelinen noktada Batı açısından son derece önemli hâle gelmesi.

İkincisi ise Avrupa’nın ihtiyaç duyduğu ve Rusya dışından gelecek enerjiyi Avrupa’ya ulaştıracak en önemli ülkenin Türkiye olduğu gerçeği. Türkiye’nin bu konuda elinde bulundurduğu yegâne kartı coğrafyadaki konumu değil elbette. Enerji altyapısını tamamlamış ve çeşitlendirmiş, istikrarlı bir ülke oluşunun burada en değerli kriter olduğunu düşünüyorum.

İşte bu iki husus Türkiye’yi gelinen noktada Avrupa nezdinde son derece değerli hâle getirdi.

Bu konuda Türkiye’nin oluşturduğu bu zeminin Batı tarafından neden iyi değerlendirilmesi gerektiğine dair kapsamlı bir yazıyı(*) yine bu köşede ‘Zincir en zayıf halkasından kopar’ isimli yazıda kaleme almıştım.

 

İflah olmaz kafalar

 

Yukarıda da yazdım, ne ABD’nin ne de AB’nin Türkiye ile olan ilişkilerinde majör bir değişim söz konusu olmadığı hâlde, eski güzel günlerin özlemiyle yanıp tutuşanlar eski söylemlerine hemen sarıldılar. Türkiye’nin bu gelinen noktayı iyi değerlendirmesi ve demokratik açılımlar ile bu ilişkileri daha da geliştirmesi gerektiğine dair vaazlar hemen verilmeye başlandı.

yazının devamı

YORUM YAPIN

Yorumlarınız editörlerimiz tarafından okunup onaylandıktan sonra yayına alınacaktır.

YAZARIN DİĞER MAKALELERİ Tümü
BU KATEGORİDEKİ DİĞER MAKALELER