GÜNCEL

Markar Esayan : Üst akıl Erdoğan’ı neden hedef seçti?

Tarih
05 Kasım 2016
İzlenme
2621 Kişi
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Gezi’den beri ifade ettiği “Üst akıl” kavramı hemen hedef olmuş, itibarsızlaştırılmaya çalışılmıştı. Erdoğan’ın yel değirmenlerine karşı kavga veren bir hayalperest ile kitleleri kandırmaya çalışan bir otoriter olması arasında gidip gelen bir sürü tezvirat okuduk. Bunların, mesela küresel sermayenin elindeki “merkez” medya veya emperyalistlerden maaş/fon alan sözde “sol” medyadan gelmesi önemli değildi. Onların toplum üzerinde etkisi sıfırdır.

Ancak aklı/cesareti ve muhafazakâr tabandaki tahkimatından başka bir şeyi olmayan Erdoğan’ı o kesimde itibarsızlaştırmak adına içeriden bu kampanya başlatılmıştı. Esasen “faiz” ve “otoriterleşme” meselesi üzerinden süregiden garip tartışmanın bağlandığı yer de burasıydı. Değişik tartışmalar halinde ambalaj değiştiren, el çabukluğuyla aktör (Erdoğan’ı) değiştirmeye hedeflenmiş bir süreç yaşandı. (Bknz. başkanlığın önemi.)

Oysa bugün dünyada küresel sermaye dediğimiz bir üst olgunun varlığı taş kadar gerçektir ve ulusal sermayeler ile mücadele halindedir. Lakin en büyük başarısı var olmadığına dair oluşturdukları güçlü algıdır. Oysa en güçlü iktidar ortada görünmeyen, hakkında hiç konuşulmayandır.

Karanlık bir odada toplanıp trilyonlarca doları hangi ülkelerde darbe yapmak üzere kullanacaklarına karar veren sayısı belli kukuletalı konsül üyesinden bahsetmiyoruz. Bu, güçlü amaç/menfaat birliğine dayalı gevşek bir network’tür. Medya ve insan hakları gibi kurumları ellerinde tutarlar. Demokrasiyi umursamazlar ama demokratikleşme ile küreselleşme (ulus bilincinin zayıflaması, grup haklarının öne çıkması) doğru orantılı olduğu için bunu işlevsel bulurlar. (Akıl karıştırıcı.)

Türkiye’de kabul gördüğünün aksine, bu üst akıl belirli bir devlet değildir. Belirli bir dine de yaslanmaz. (Batı kilisesi operasyonu 16. yy’da yemiş, 19. yy’ın 3. çeyreğinde teslim alınmıştır.) Devletler, dinler, partiler ve kurumlar üstüdür. Hiçbir şey üretmez. Esas olan dünyadaki (şu an Uzakdoğu merkezli) dış ticaret fazlasından gelen, ulusal rantlardan oluşan, üretimden artırılan paranın kendisi tarafından yönetilmesidir.

Bu bir haraç sistemidir. Bu tür bir bağlaşıklığa Sisi evet derse Sisi, Baghdadi evet derse Baghdadi, AB evet derse AB, İran evet derse (ki demiştir) İran ile çalışır. Kimin ne kadar demokratik, meşru, ne kadar diktatör, soykırımcı olduğu ile işi olmaz. Ama kendi kurallarına uymayan aktörlere, dinlerinden, mezheplerinden, ideolojilerinden bağımsız olarak medya, finans kurumları, prestijli STK’lar ile saldırır, itibar suikastına uğratırlar, ona acı çektirirler. Onu yok etmez, kendisine biat ettirirler.

Esasen bugün ABD’deki Trump/Clinton çekişmesini belirleyen ana eksen de budur. Demokratlar ABD’de her zaman küresel sermaye ile bağlaşık olmuştur. Trump doların değerini düşüreceği ve küresel sermayenin düşük petrol fiyatları ile fonlanmasını önleyebileceği için hedef seçilmiştir. Şaşırmayın, ABD’de köleliği (aslında ucuz işgücünü) demokratlar değil Cumhuriyetçi “yobaz” Lincoln kaldırdı ve öldürüldü. Demokrat Kennedy çift kutuplu dünyayı değiştirmek istediği için anomali olarak iç dinamiklerce ortadan kaldırıldı.

Görüldüğü üzere ABD de yekpare değildir. Orada da küreselci ve ulusalcılar arasında kıyasıya bir savaş sürüyor ve son seks skandalı ulusalcıların Clinton’a karşı ölümcül bir darbesi olmuştur.

AK Parti’nin 2009 sonrasında hedef seçilmesinin nedeni de bu konjonktürdür. Hani şu meşhur “AK Parti ilk döneminde iyiydi, sonradan yoldan çıktı” tezi bunun ifadesidir ve bu söylemi üretenler küresel sermayenin olası misyonerleridir. Asıl mesele Erdoğan’ın ülke kaynaklarının, oluşan ulusal rantın küresel sermayeye akış hızını kesmiş olması, daha önemlisi petrol yollarına el atması, çok daha önemlisi alternatif model olmaya kalkışmasıdır. Kaynaklar doğru yönetilip, ekonomi anlayışı ulusallaştıkça, işte alınan her 100 liralık verginin 86 lirası yerine 11 lirası faize gitmeye başladı vs.

Rusya Gorbaçov/Yeltsin üzerinden küreselciler tarafından ele geçirilmişti. (Clinton’ın Yeltsin’le cilveleşmelerini hatırlayınız.) Putin bunların hepsini ülkeden kazıdı, sermayeyi ulusallaştırdı. Ukrayna hamlesini engelledi. Libya golünü Suriye ile çıkardı ve sıcak denize indi. Türkiye-Rusya yakınlaşmasının bir nedeni de bu benzer hikâyedir.

Burada asıl mesele halkın oyunu doğru okumasıdır. Bu manada 15 Temmuz sadece Türkiye için değil, dünya için de bir milattır. Üst aklın tarihte aldığı en büyük yenilgidir. Bir paradigma değişikliği işaretidir.

Bu hikâyede duygusal bir yön yoktur. Sabit roller, ittifaklar da yoktur. Sadece oyunu doğru okuma ve ayakta kalma kavgası vardır. Çünkü ancak ayakta kaldığınızda değerlerinizi sisteme entegre edebilirsiniz.

Yoksa bir Gülen yaratıp neye inanacağınızı bile tayin ederler.

Akşam
5 Kasım 2016 

YORUM YAPIN

Yorumlarınız editörlerimiz tarafından okunup onaylandıktan sonra yayına alınacaktır.

YAZARIN DİĞER MAKALELERİ Tümü
BU KATEGORİDEKİ DİĞER MAKALELER