SİYASET

Cemile Bayraktar : Provokatif AP raporu ve Erdoğan'ı hedef alma acizliği

Tarih
22 Nisan 2016
İzlenme
1826 Kişi

Avrupa Parlamentosu (AP) raporları, Avrupa Birliği'ne (AB) üyelik müzakerelerini sürdüren aday ülkelerdeki, müzakere sürecinde yaşanan aksaklıklar ve ilerlemeler ile bu süreçte görülen eksikliklerin tespit edilip, aday ülkelere uyarıların açıklıkla dile getirildiği bir belge niteliği taşımaktadır. Ancak bu raporlar, tamamıyla objektif raporlar olmayıp, mevcut dünya siyaseti ile doğrudan alakalı, oldukça sübjektif raporlardır.

Avrupa Parlamentosu'nun bu yılki Türkiye raporu, Strasbourg'daki oylamada kabul edildi.

Avrupa Parlamentosu'nun dönem başkanı Martin Schulz, sol kökenli, Alman bir siyasetçi. Schulz, bu dönem raporu dahilinde Erdoğan'ı hedef alma geleneğinin son halkası olarak bir süredir adından bahsettiren bir isim. Avrupa'nın kendisinin doğusunda kalan coğrafyalardaki müstemleke siyasetine heveslilik noktasında Schulz'un tam bir gelenekçi olduğunu söyleyebiliriz. Shulz, Türkiye'nin iki resmi makamı olan cumhurbaşkanlığı ve başbakanlık arasında ayrım yapma, ikilik çıkarma arzusunu provokatif AP raporuna iliştirmiş. Shulz, büyük bir hadsizliğe imza atarak, mülteciler konusunda “Biz antlaşmayı Türkiye ile yapıyoruz Bay Erdoğan ile değil. Ahmet Davutoğlu, bu noktada saygın bir ortak.” İfadeleriyle haddini aşmış bir isim.

Shulz'un bu tarafgir tavrı ne Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan'ı ne de Başbakanımız Ahmet Davutoğlu'nu bağlamıyor ancak AP, sorunsuz iç siyasetimize, kendince sorun sokarak bağlanmak istiyor. Shulz'un unuttuğu nokta, karşılarında bir müstemleke ülkesinin olmadığıdır. Türkiye'nin mevcut muhalefetinin, müstemleke toplumu potansiyeli göstermesi, Shulz'a yanlış bir ilham vermiş olacak ki bu şeklide suni ve amaçlı bir ayrıştırmaya gitmeyi öneriyor. Bunun Türkiye'deki uzantısı “Erdoğan'ı verin, kurtulun” anlayışıdır. Buna verilecek net cevap ise şudur: “Erdoğan kırmızı çizgimizdir.” Bitti!

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, muhtarlarla yaptığı toplantı sırasında Avrupa Parlementosu'nun Türkiye için yayınladığı ve AB Bakanı Bozkır'ın "yok hükmündedir" dediği İlerleme Raporu'na değindi. Erdoğan'ın ifadeleri gayet net:

“Bu raporun ve kararın sadece iki başlığını anladım gerisini siz zaten tahmin edersiniz. Kararın 17. maddesinde güya çevreci hassasiyetler bahanesiyle Türkiye'nin mega projelerinden kaygı duyulduğu ifade ediliyor. Size bu kaygı bir yerlerden tanıdık geldi mi? Bana geldi. Bu talep bizim önümüzde gezi olayları sırasında da getirilmişti. Aynı şekilde 17-25 Aralık hedeflerinden biri de mega projeleri geliştiren iş adamlarıydı. Savunma sanayi projelerimizi engellemek için çıkartmadık zorluk bırakmadılar. Şimdi de aynı şifreyle AP'nin Türkiye raporunda karşılaşıyoruz. Türkiye 2023 hedeflerinden vazgeçmeyecektir bunu böyle bilesiniz."

Raporun bir diğer garabet yönü basın özgürlüğü noktasındaki kaygılardı. Türkiye'nin mevcut siyasetini, Batı çıkarı adına destekleyen, buna bağlı olarak Gezi, 17/25 Aralık girişimlerinde bulunanların istismar ettiği “basın özgürlüğü” kavramı, rapor tarafından da istismara açık. Terör ve teröre destek suçlarıyla yargılanan kişilerin, basın ile olan irtibatı nedeniyle, basın özgürlüğü karinesinden aklanmaya çalışılması artık kabak tadı verdi. Şunu tekrar ifade etmek gerekiyor ki, Türkiye'de gazetecilik yaptığı için tutuklanan kimse yoktur, işlediği suçlardan yargılanan bunu basın ile alakası nedeniyle gazetecilik girişimi adı altında örtmeye çalışanlar vardır.

Shulz'un üfürdükleri arasında diğer bir konu da, Shulz'un hakaret etme ile mizah arasındaki geniş ayrımı fehmedemeyecek bir vasatlıkta olduğunun bariz bir şekilde ortaya çıkmasıdır.

Alman ZDF kanalında, terbiye ve medeniyet konusunda ehliyeti olmayan Jan Böhmermann isimli şahıs rezil bir program yapıyor. Şahıs, bu rezil programında, ifade edilemeyecek iğrenç ithamlar ile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a hakaret ediyor. Şahısla ilgili olarak gereken soruşturma başlatıldı. Ancak ne mevcut soruşturma ne de bu rezalete gelen tepkiler yeterli değil. Çünkü bu yüksek dozajlı skandal, bir sonuçtur. Hakarete, küfüre, tacize “mizah, ifade özgürlüğü” diye yaklaşan herkesin yarattığı vahim bir sonuçtur.

Bakın, savunulan küfür, hakaret ve taciz Almanya'da Böhmermann'ın çukur ağzını nasıl açtıysa, İngiltere'de de İngiliz köse yazarı Douglas Murray'nin çukur ağzını öyle açmış. Murray, okurlarından kendisine Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı aşağılayacak şiirler yazmasını istemiş.

Elbette bahsettiğim bu iki tipoloji, mesleki başarı gösteremediği için, en çirkininden magazinsel çıkışlar ile başarısızlıklarını örtmek için, bu tip çirkinliklere imza atabilir ancak onların bu çukurluğu, bu mevzuyu ciddiyetle ve en yüksek perdeden telin etme gereğine engel değil.

İşlenen suçlara “basın özgürlüğü”; edilen çirkin küfürlere “mizah” diyebilme cibilliyetsizliği gösterenler, elbet bunların “suç” olduğu ve “yanlış” olduğunun farkında ancak buna işlerine öyle geldiği için göz yumuyor ve direk destekleyemeyecekleri için adını değiştirerek destek veriyorlar.

Ne Türkiye, ne Türkiye'nin resmi makamları, ne de bu coğrafyanın halkı, kendi tercihlerine ve iradelerine kasıtlı olarak yapılan bu hakaretlerin muhatabı olmak zorunda değil. Bu mevzu da, “birkaç densizin terbiyesizliği” denilip geçilecek bir husus değil, önümüzdeki günlere de yayarak malum seviyesiz konuya, seviyeli tepkiler vermeye devam…

Yenişafak
22 Nisan 2016

YORUM YAPIN

Yorumlarınız editörlerimiz tarafından okunup onaylandıktan sonra yayına alınacaktır.

YAZARIN DİĞER MAKALELERİ Tümü
BU KATEGORİDEKİ DİĞER MAKALELER