GÜNCEL

Merve Şebnem Oruç : Erken seçim kararındaki ‘belirsizlik’ ve ‘mecburiyet’ vurgusu

Tarih
20 Nisan 2018
İzlenme
1150 Kişi

Türkiye 24 Haziran’da seçime gidiyor. MHP lideri Devlet Bahçeli’nin Salı günü seçimleri 26 Ağustos’ta yapma çağrısı sonrası Külliye’de dün gerçekleşen Cumhurbaşkanı Erdoğan-Bahçeli görüşmesinden seçimlerin daha da erkene alınması kararı çıktı.

Bahçeli’nin Salı günkü çağrısı sonrası doların harareti artarken Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın basın açıklamasıyla dün duyurduğu erken seçim ilanı, piyasalara rahat bir nefes aldırdı, dolar geriledi.

Cumhurbaşkanı’nın çok net şekilde “Seçimler zamanında yapılacak,” demesine rağmen, erken seçim ihtimali uzun süredir medya ve kamuoyunda dile getiriliyor, değerlendiriliyordu. Ak Parti Sözcüsü Mahir Ünal’ın “Gündemimizde yer almıyor,” demesine rağmen bu ihtimal Ak Parti çevrelerinde de konuşuluyordu. Bu belirsizlik durumunun ortadan kalkması başta para piyasaları olmak üzere pek çok çevrede rahatlamaya sebep olmuş gibi görülüyor.

“3 Kasım 2019’u beklemenin imkânsız hale geldiğini”, “milli mecburiyetten dolayı seçimlerin erkene çekilmesi gerektiğini” söyleyen Bahçeli gibi, Erdoğan da dünkü açıklamasında “Türkiye’nin Suriye’de yürüttüğü sınır ötesi operasyonlara ve bölgedeki tarihi önemdeki gelişmelere” atıfta bulunarak Türkiye’nin belirsizlik sürecinden bir an önce çıkmasını gerektiren nedenleri sıraladı. Yani kararda ‘belirsizlik’ ve ‘mecburiyet’ vurgusu ön plana çıkmış oldu.

Tayyip Erdoğan’ın daha önce erken seçim konusunun konuşulduğu MYK toplantısında, “Benim görev sürem ne zaman doluyor?” diye sorduğu, “2019’da,” cevabına karşılık olarak da “Niye öne alıyoruz o zaman?” dediği biliniyor. Daha önce seçimlerin yapılması planlanan 3 Kasım 2019 tarihine kadar görev süresi devam edecek olan Erdoğan, erken seçim kararıyla beraber görev süresinden de neredeyse 1,5 yıl feragat etmiş oluyor.

Bu dahi, Suriye ve Orta Doğu kaynaklı meselelerin önümüzdeki süreçte çok daha ciddi boyutta takip gerektireceğini, çok daha kritik bir süreç yaşayacağımızı ortaya koyuyor. Dile kolay, on gün önce ABD Başkanı Trump’ın “Suriye’den çekilme” arzusunu konuşuyorduk, beş gündür ise “Esad rejiminin kimyasal tesislerini vurmasını” konuşuyoruz. Bırakın rejimi, Esad’ın kimyasal kapasitesine dahi zayıflatıcı etki yapıp yapmadığından emin olamadığımız saldırının orta ve uzun vadede Orta Doğu’daki çatışmaları alevlendirecek etkilerini görmemiz muhakkak. Bu hava saldırısının İsrail’e yönelik olası bir kimyasal saldırı ihtimalini ortadan kaldırmak ve İran’a yönelik baskıyı artırmak gibi gerekçeleri olduğu, Rusya’yı da buna paralel bazı taleplere ikna etmek gibi bir niyeti olduğu aşikâr.

Rusya’nın ABD-İngiltere-Fransa triosuna misillemelerini Doğu Avrupa ve Karadeniz’i de kapsayan daha geniş bir alanda verme ihtimali yüksekken İran’ın Suriye’de verebileceği karşılıkların opsiyonları oldukça fazla. Bunlardan ilki Fırat’ın doğusu olarak anılan bölge… Hali hazırda Tanf, Ebu Kamal ve Deyrezzor bölgelerinde karşı karşıya kaldığını gördüğümüz ABD ve İran’ın bundan sonra da böyle durumlar yaşayacağı şüphesiz. “Fırat’ın doğusu benim,” tavrını sürdüren ABD’nin bölgede bulunan askerleri yumuşak karnı; intikam yemini eden İran’ın ABD’yi buradan yaralamak istemesi yüksek bir ihtimal.

Bir başka ihtimalse İdlib bölgesi. Hali hazırda İran ve rejimin uzun süredir gözünü diktiğini bildiğimiz İdlib, Doğu Guta’nın da rejim tarafından dümdüz edilerek ele geçirilmesi sonrası yönelme ihtimallerinin yüksek olduğu bir başka yer. Astana sürecine bağlı olarak yürütülen “Gerginliği Azaltma Operasyonu” kapsamında bölgeye intikal eden Türk askeri 35 kilometreye kadar inmiş durumda. Türkiye, Rusya ve İran çatışmasızlık bölgeleri oluşturma amacında garantör ülkeler olsalar da her konuda anlaşamıyor olmalarına bağlı olarak, İdlib’deki intikal süreci de büyük riskler taşımakta. Daha önce rejimin kuzeye doğru hızla ilerleyerek bir göç dalgası ihtimali oluşturmasından bir Rus jetinin düşürülmesine ve bir Türk sivil görevlinin şehit olmasına çok ciddi provokatif gelişmelerin yaşandığı noktada İran’ın ya da ABD’nin Nusra vb. bahanelerle yapabileceği yeni bir hamle Türkiye’yi doğrudan etkiler.

Afrin harekâtı sonrası İdlib’le beraber yürümesi beklenen Menbiç’e yönelik harekâtın yanı sıra önümüzde Kuzey Irak var, Fırat’ın doğusu var, yani terör örgütünün kurmaya niyetlendiği koridorun alaşağı edilmesine yönelik uzun ve ciddi bir süreç var.

Masada yeni harekât planları varken, Mayıs ayında Trump’ın giderek daha fazla konuşulduğu üzere İran’la P5+1 ülkeleri arasında yapılan anlaşmayı geri çekmesi ve İran’a yönelik yaptırımların artarak geri dönmesi İran’ı daha da kızdırabilir ve bölgedeki kaosu daha da alevlendirebilir. Ha keza, ABD Başkanı’nın Kudüs’te açmayı kafasına koyduğu büyükelçiliğin Mayıs ayında açılması da bu yangını daha da körükleyebilir. İsrail’in hem Lübnan hem de Suriye’de İran ve Hizbullah’ın bu kadar güçlenmesine izin vermeyeceğini uzun süredir söylüyor oluşu, Mayıs başında yapılacak Lübnan seçimleri sonrası başta Golan bölgesi ve Kuneytra olmak üzere Şam’dan Beyrut’a yeni çatışma risklerini beraberinde getirebilir.

Buna bir de Doğu Akdeniz’den Ege’ye uzanan gerilimi ekleyin. Trump’ın dün Papaz Brunson nedeniyle ilk defa Türkiye’ye Twitter üzerinden doğrudan bir mesaj göndermiş olmasını ve Mehmet Hakan Atilla davasının yine Mayıs’a ertelenmesini de göz önünde bulundurun. Kısa vadede ve çok yakınımızda bizi bekleyen riskli konuların bu kısa özetine bir de küresel ekonomik gelişmelerin getirdiği tehditlerle Türk ekonomisinin karşı karşıya olduğu saldırıları da katın. Açıkçası tüm bunların üzerine bir de seçimler üzerinden bir belirsizlik yaşanmamasını isteyen Bahçeli’nin talebini olumlu değerlendiren Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın görev süresinden neredeyse 1,5 yıllık bir feragatta bulunmasının nedeni anlaşılıyor. Peki, Türk halkı acaba ne düşünüyor? Öğrenmemize çok az bir zaman kaldı.

Yenişafak
20 Nisan 2018

YORUM YAPIN

Yorumlarınız editörlerimiz tarafından okunup onaylandıktan sonra yayına alınacaktır.

YAZARIN DİĞER MAKALELERİ Tümü
BU KATEGORİDEKİ DİĞER MAKALELER