Önce şunu söyleyelim, bütçemizin yarıdan fazlası; Savunma Sanayine, İçişleri Bakanlığı’na Adalet Bakanlığı bütçesine gidiyor diye...
Bunlarda bir kısıtlama yapılmasını isteyebilir miyiz?
“Düşmana karşı hazırlık yapmanın bedeli şu kadar” diye açıklama yapıp, bundan vazgeçmeyi önerebilir misiniz?
Veya suçları önleme, suçluları yakalama konusunda görevli olan İçişleri bakanlığı personeli için, “Bütçemizin şu kadarı İçişleri Bakanlığı personeline gidiyor, buna gerek yok” diyerek bu harcamadan vazgeçilmesini isteyebilir misiniz?
Suçlular yakalandıktan sonra gerekli cezaları vermek için, Adalet Bakanlığı Teşkilatı içerisinde görevli savcılar-hakimlerin aldıkları maaşlar ve yapılan masrafları hesaplayıp, “Türkiye bütçesinin şu kadarı suçluları cezalandırmak için harcanıyor” diyerek bundan vazgeçilmesini isteyebilir misiniz.
Ne Milli Savunma Bakanlığının bütçesinin gereksizliği, ne İçişleri Bakanlığı’nın, ne de Adalet Bakanlığı’nın harcamalarının gereksizliği söylenemez.
Devlet olmanın gereği; düşmana karşı vatan toprağını savunmak, suçları önlemek/önlenemeyenlerin faillerini yakalamak ve cezalandırılmalarını sağlamaktır.
Devlet olmanın gereği olarak; bu hizmetler görülürken yapılan masrafları, kimse gereksiz olarak gösteremez.
19 Mart’tan bu yana bir vaveyla tutturmuşlar gidiyorlar.
“19 Mart’ın bilançosu şu kadar… 19 Mart’ın faturası bu kadar”
Ne olmuş 19 Mart’ta?
Belediyelere çöken hırsızlar hakkında gözaltı emri verilmiş, soruşturma başlatılmış, yolsuzluk yapanlar görevden el çektirilmiş.
Ne yapılmalıydı?
Yolsuzluk yapanlara “devam edin” mi denilmeliydi?
Suç işleyenlere, rüşvet karşılığında belediye imkanlarını kullandıranlara seyirci mi kalınmalıydı?
Soyut bir iddiada bulunmuyorum.
Halen cezaevinde bulunan İstanbul Planlama Ajansı Başkanı Buğra Gökçe, dört duvar arasından açıklama yapıyor: “60 milyar $ rezerv yakıldı, faizler dokuz puan artış gösterip % 49’a çıktı”
Bu söyledikleri doğru değil ama, bir anlığına varsayalım ki 19 Mart gözaltıları sebebiyle, rezervlerimizde bir azalma olduğu iddiası gerçek olsun.
19 Mart gözaltıları, savcıların mecbur oldukları bir görev gereği değil de, tercihe bağlı bir işlem miydi?
Gözaltılar; “Yapılsa da olur, yapılmasa da olur” türünden bir işlem miydi?
Gereksiz yere gözaltılar yapılıp, gün sonra serbest bırakılacak kişiler gözaltına alınıp, ekonomide oynamalar yaşanmasına mı sebep olundu?
İPA başkanı Buğra Gökçe, “19 Mart gözaltıları sebebiyle ülkenin ödediği fatura şu kadar” diyeceğine, “Biz yolsuzluk yapmadık, rüşvet yemedik, irtikap da bulunmadık, belediye imkanlarını kimseye kullandırtmadık, ne gerek vardı bizi gözaltına aldırmaya, tutuklamaya” demeliydi.
Buğra Gökçe kendisine yönelik isnatlara cevap verebiliyor mu?
“Hayır”
Peki ne diyor:
“262 kişi gözaltına alındı, 154 kişi tutuklandı.”
İyi de bu ülkede hemen her gün yüzlerce kişi gözaltına alınıyor, yüzlerce kişi tutuklanıyor.
Kimisi eşini öldürdüğü için, kimisi hırsızlık yaptığı için, kimisi başkasının malını gasp ettiği için gözaltına alınıyor ve tutuklanıyor.
İnsanların gözaltına alınması ve tutuklanması; tek başına, “gözaltı yapmayalım, tutuklama yapmayalım, çünkü bunlar devlete fatura çıkartıyor” itirazına gerekçe yapılabilir mi?
Gözaltına alınanlar gerçekten suç işlemediyseler, işte o zaman “Buna ne gerek vardı” denilebilir.
İPA başkanı Buğra Bey, tutuklanmadan önce ne iş yapıyordu?
Ben size yaptığı işi söyleyeyim: “TÜİK’in açıkladığı aylık enflasyon rakamını ikiye çarpıp ardından da ‘gerçek enflasyon rakamı işte bu’ diye belediye imkanlarını kullanarak, kamuoyuna gerçekte şu rakamlarla algı yapmak.
Yumurtanın fiyatı, Amerika’ya ihracat sebebiyle iç piyasada iki misli mi olmuş?
Hemen bir basın toplantısı düzenleyip, “Ah çocuklar, vah çocuklar siz bundan sonra yumurta nasıl yiyeceksiniz” diye algı yapıp, ekrem İmamoğlu‘nun müteahhitlerden rüşvet ve irtikap yoluyla gasp ettiği villaları gözlerden kaçırmak, İPA başkanını adeta görevi idi.
İPA Başkanı “Çocuklar artık yumurta yiyemeyecek” algısı yaparken, belediyenin en dandik bürokratı bile, villalarda oturacak haksız kazançlara yelken açıyordu.
Aldıkları rüşvet sebebiyle tutuklandıklarında da, “Suçluları gözaltına almaya ne gerek var, bizi niye tutukluyorsunuz ki, devlet masrafa giriyor, bizi serbest bırakın” diyerek algı oluşturuyorlar.
Ekrem İmamoğlu ve çetesi tutuklanalı neredeyse üç ay oluyor.
Hala fonladıkları gazeteciler, yalan ve sahtekarlıkla gerçekleri tersyüz etmeye devam ediyorlar.
Şimdi söyleyeceklerimi bir yolsuzluğun ifşası gibi görmeyin.
Yapılan yolsuzlukların yanında, alınan milyon dolarlık rüşvetlerin yanında, sadece basit bir usulsüzlük olarak, gerçeği çarpıtmak olarak değerlendirilebilir.
Ama bunların ne kadar ahlaksız olabileceklerini ne kadar büyük yalanlar söyleyebileceklerini bu örnekten yola çıkarak tahmin edebilirsiniz.
Sözcü gazetesi dört gün önce manşet yapmıştı.
Üstgeçitlerde bilboardlarda yer alan Ekrem İmamoğlu afişleri kaldırılmış, Tayyip Erdoğan’ın afişleri asılmış.
Yalancılığın, sahtekarlığın bu kadarına pes.
Bayram ziyaretleri sebebiyle, İstanbul’da değişik ilçelere yolculuk ettim.
Tayyip Erdoğan afişini sadece iki yerde gördüm.
Onlar da Ulaştırma Bakanlığı’nın bakımını yaptığı ana yolların üzerindeki üstgeçitlerdi.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin bakımını yaptığı caddelerin üzerindeki üst geçitlerde ise, cezaevinde tutuklu olduğu halde Ekrem İmamoğlu afişleri vardı.
Gerçekte Ekrem İmamoğlu’nun afişlerinin kaldırıldığı falan yoktu.
Ulaştırma Bakanlığı’na ait üstgeçitlerde, eskiden de Ekrem İmamoğlu’nun afişleri zaten yoktu.
Şimdi de yoktu.
Daha acıklısı ise şuydu: Rüşvet aldığı için, yetkili hâkimin tutuklama kararı verdiği ve kendisi de halen cezaevinde olan Ekrem İmamoğlu’nun imzasını taşıyan afişler, maalesef onlarca üst geçitte, bugün dahi duruyordu.
Ekrem İmamoğlu, İçişleri Bakanlığı tarafından görevden alındığı halde, sanki hala başkanmış gibi afişlerde ismi geçiyordu.
Ama sol medyaya bakıyorsunuz, mesela dünkü Cumhuriyet Gazetesi’nde Orhan Bursalı‘nın yazısına bakıyorsunuz, “İstanbul’da Ekrem İmamoğlu‘nun afişleri kaldırıldı yerine Tayyip Erdoğan’ın afişleri asıldı” yalanını tekrar yazmıştı.
Ne kadar utanmazlar, ne kadar sahtekarlar görüyor musunuz.
Biz İstanbul’da yaşıyoruz da, bunların sahtekarlıklarını görüp yazabiliyoruz.
Peki İstanbul’da yaşamayan insanlarımız, bu sahtekarlıkları nasıl görecekler, nereden bilecekler.
Şunu da söylemek durumundayım:
19 Mart gözaltıları sonrasında faizdeki iniş yerine duraganlaşmayı, ekonomiye duyulan güvenin sarsılması olarak yorumlamaya kalkan çakallara hatırlatayım.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da hatırlattığı gibi, ekonominin birkaç verisindeki olumsuz tablo, 19 Mart‘ta gözaltına alınanların küresel destekçilerinin bir operasyonu olmasın.
“Siz bizim adamlarımızı, işledikleri suçlar sebebiyle gözaltına alırsanız, biz de sizin ekonominize zarar veririz” tehdidi çerçevesinde bu operasyonlar yapılmış olmasın.
Benim için kıstas şudur: Yolsuzluk yapılmış mıdır yapılmamış mıdır?
Yolsuzluk yapılmışsa, gerekirse yolsuzluk miktarının üzerinde devlet masraf yapar ve failleri cezaevine koyar.
YORUM YAPIN
Yorumlarınız editörlerimiz tarafından okunup onaylandıktan sonra yayına alınacaktır.