DÜNYA

Kayahan Uygur : Bizim tek bir kriterimiz var o da...

Tarih
16 Kasım 2016
İzlenme
1036 Kişi
Ülke işlerinde kıstasımız ne Kopenhag kriterleri ne de liberal demokrasi palavraları olmalı, tek bir ölçümüz bulunmalı, o da devletimizin ve milletimizin bekası! Her gün şehitler verirken, içerden ve dışardan saldırı altındayken zaten çökmüş olan ve şunun şurasında birkaç yıllık uzatma dönemini yaşayan köhne Avrupa Birliği’nin entrikalarıyla uğraşacak halimiz yok. 

Asıl düşman 

Bazı siyasetçiler AB’de bir aşırı sağ tehlike bulunduğunu, oradaki mevcut yönetimlerle “faşizme” karşı dayanışma içinde olmamız gerektiğini söylüyorlar. İyi de kiminle dayanışacağız, 247 şehit verdiğimiz 15 Temmuz’dan sonra bir başsağlığı bile dilemeyenlerle mi? 

Böyle konuşanlar doğrusu aymazlık içindedirler, Türkiye açısından en tehlikeli siyasiler PKK’ya destek veren Almanya ve Fransa liderleri Angela Merkel ve François Hollande gibilerdir.  Onlarla ortak hangi değerimiz var merak konusudur! Komisyonda kotarılmış yayılma projelerini başka ülkelere dayatmaya çalışmayıp,  ülkelerinin sorunlarıyla meşgul olanlar bizim için en iyi yönetimlerdir. AB Ülkelerini FETÖ, PKK, DHKP-C ve benzeri terör örgütlerinin yuvası haline getirmiş olanlar Türklerden ve Müslümanlardan en küçük bir destek dahi alamazlar. 

Ölümü gösterip… 

Batı Avrupa’da yerleşik düzenin partileri neredeyse 50 yıldan beri ülke halklarını aşırı sağ tehlikesi bahanesiyle oyalamakta, bu sayede her geçen gün sosyal hakları biraz daha kısıtlamaktadırlar. İnsanlar işsizlikten, pahalılıktan, konut ve eğitim sorunlarından bunalırken hükümetlerin verdikleri tek bir cevap var. “Aman ha, sakın ha sistem dışı partilere oy vermeyin, protesto etmeyin, yoksa faşizm gelir”

Sadece Avrupa’da değil tüm dünyada sisteme herhangi bir eleştiri getiren herkes faşist ya da komünist olmakla damgalanmaktadır. Bu taktik liberallerin İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan sömürü düzenini devam ettirmek için buldukları bir kurnazlıktır. CIA’nın propaganda kampanyalarıyla halkların önüne önce iki korkutucu hayalet, Hitler ve Stalin konulmuş, daha sonra bunlara kasıtlı olarak İslam’la ilişkilendirilen terörist figürü eklenmiştir. 

Ya liberalsin, ya diktatör 

ABD’nin yeni başkanı Trump geçtiğimiz hafta kendisi için kullanılan “İslam düşmanı” imajının medyada kasıtlı olarak oluşturulduğunu bildirdi. Cumhurbaşkanımız Erdoğan hakkında “İslamcı, Batı düşmanı” şeklinde etiketler yapıştırmış olan çevre ve aydınların bugün sanki İslam çok umurlarındaymış gibi Trump’a böyle suçlamalar yöneltmeleri oldukça anlamlıdır. Bir de küresel finans lobisinin şu veya bu şekilde hedef aldığı siyasetçilerin hepsini sıkılmadan bir araya topluyorlar: Erdoğan, Trump, Putin, Filipinli Duterte, Brezilyalı Lula, Çin lideri Şi Cinping, Güney Afrika lideri Zuma ve başka sistem karşıtları, bunların hepsi liberallere göre birer diktatördür. 

1980’lerde Reagan ve Thatcher tarafından kurulan küresel liberal sistem, siyasetiyle, ideolojisiyle, kültürüyle ve aydın kesimiyle tek parçalı bir yapı oluşturmuştur. Bu akımın mensupları dünyanın her yerinde aynı ilkel ve tek tip söylemi, medyada, üniversitelerde, düşünce kuruluşlarında tekrarlamışlardır. Kendilerine liberal diyen ancak gerçekte serbestlik ile hiçbir ilgileri olmayan bu çevrelerin dünyanın çeşitli bölgelerinde birbirlerine hiç benzemeyen rejim ve sistemler kurulmasına karşı hastalıklı bir alerjileri vardır. Çünkü bu liberaller çoğulculuğa, çok sesliliğe karşıdırlar, değişik kültürlerin dünyada bir arada ulus devletler olarak yaşamasını istemezler. Yerkürenin her yanında Amerikan tipi bir sistemin egemenliğini savunurlar. Örneğin Türk tipi bir başkanlık sistemi onların korkulu rüyasıdır. 

Anavatanında vuruldu 

Liberaller tarafından yukarda isimlerini verdiğim diktatör ilan edilmiş siyasi liderler listesine bu gidişle 2017’de Avrupa’dan da birçok isim ekleyeceklerdir. Ama sonuçta sistem bütünüyle ortadan kalkacağı için sisteme karşı çıkanların suçlanmasının da artık bir anlamı kalmayacaktır. Bunun başlıca nedeni de Trump’ın seçilmesiyle liberal küreselleşmenin kendi anavatanında vurulmuş olmasıdır. 

Burada ilginç olan, liberal sistemin yıkılışının Sovyet sisteminin yıkılışıyla benzerlikler göstermesidir. O dönemde “reel sosyalizmi” yıkılmaz sanan bazı dogmatikler Sovyet blokunun fiilen sona erdiğine inanamıyorlardı. Sovyetlerden daha Sovyetçi olan bu bilgiç aydınlar ancak Yeltsin’in ortaya çıkışıyla gerçeklerin farkına vardılar. Bugün de liberalizmin yıkılışıyla ilgili gelişmeleri anlayabilmek için herhalde Trump’ın görevi devralmasını bekliyorlar. Dikkat çoğu zaman bunlar aynı insanlar, eski Sovyetik yeni liberaller! 

AB Süreci bitti 

Sonuçta önemli nokta, ki bu sürekli tekrarlanmalıdır, eski dönemin tüm ezberlerinin unutulması gereğidir. Türkiye artık AB’ye uyum sürecinden fiilen ayrılmıştır. Çünkü bir yandan AB ortadan kalkma sürecine girmiştir, diğer yandan artık Türkiye kendi ayakları üzerinde duran bir ülke haline gelmiştir. AB ile Türkiye ilişkisi böyleyken, Türk-ABD ilişkileri de eşitlik temeline doğru kaymaktadır. Yeni dünya düzeninin jeopolitik yapısında AB’nin pek bir ağırlığı kalmazken, denklem ABD-Çin-Rusya-Hindistan-Pakistan- Filipinler-Endonezya-Türkiye-Güney Afrika üzerinden oluşacaktır. 

Yeni, çok sesli, çok kutuplu bir dünyanın doğuşuna tanıklık ediyoruz. Bu dünyada adına AB kriterleri denilen biçimsel ve modası geçmiş ilkelere yer olmayacaktır. O ilkeler artık evrensel niteliklerini yitirmişlerdir, çok yerel, çok Avrupa merkezci, çok etkisiz ve çok adaletsiz kalmışlardır. Kendi ilkelerimizi yeni düzendeki dostlarımızla birlikte kendimiz oluşturmalıyız.

Güneş
15 Kasım 2016

YORUM YAPIN

Yorumlarınız editörlerimiz tarafından okunup onaylandıktan sonra yayına alınacaktır.

YAZARIN DİĞER MAKALELERİ Tümü
BU KATEGORİDEKİ DİĞER MAKALELER