GÜNCEL

Ersin Çelik : Ahmet Necdet Sezer o jesti Erdoğan'a neden yapmıştı?

Tarih
23 Kasım 2015
İzlenme
6041 Kişi

23 Kasım 2015

Eğer “her seçim önemlidir" klişesi bir seçime atfedilecekse bu atıf bizi mutlaka 22 Temmuz 2007 tarihine götürmelidir.
Hrant Dink cinayeti ve Zirve Yayınevi katliamı, Cumhuriyet mitingleri, Deniz Baykal'ın “Cumhurbaşkanı seçtirmem" çıkışları, Gül'ün adaylığı, 27 Nisan e-muhtırası, TBMM'den kaçan partiler, AYM'nin 367 kararı ve nihayetinde 6 ay erkene alınan seçimler..

Ülkenin 'uçurumdan önceki son çıkış'a geldiği günlerdi. Devletin 'yüksek düzeyli kriz'lerini sona erdiren bir milattı aynı zamanda 2007 seçimleri.

Kendisini Cumhurbaşkanı seçen siyasi konsensüsün mimarı olan Bülent Ecevit'e, Anayasa kitapçığı fırlatan Ahmet Necdet Sezer'in izlemekle yetindiği bu sürecin adı ise 'geçimsiz devlet sendromu'ydu.

Zira 3 Kasım 2002 günü Recep Tayyip Erdoğan başkalığındaki Adalet ve Kalkınma Partisi, 1950'li yıllardan sonra TBMM'deki en büyük temsil gücünü elde eden siyasi parti oldu. Ve Ahmet Necdet Sezer, tam 5 buçuk yıl boyunca hiç de hazzetmediği bir zihniyetin yönetimi ile çalışmak zorunda kaldı.

Sezer, bu süre içinde 'şiddetli' bir anayasa dersi verdiği Ecevit'i mumla aradı mı bilinmez ama devletin zirvesini buluşturması kaçınılmaz olan resmi kabullerin, törenlerin klişe başlığı daima “Zirvede soğuk rüzgârlar esti" şeklinde atıldı hep o günlerde.

Sezer, bu tutumu takınan ilk cumhurbaşkanı değildi aslında. Kenan Evren de, darbesinin üstüne seçilen Turgut Özal'ın başbakanlığını sindirememişti. 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ise Başbakan Necmettin Erbakan'a savaş açmıştı adeta. 28 Şubat darbesinin şartlarını oluşturan manşetlerin büyük bir bölümünde bizzat imzası vardı Demirel'in.

1071 rakımlı Çankaya Tepesi'nden esen gerilim rüzgarları mutlaka bir şeyleri yıktı bu ülkede.. Türkiye, bu yüzden devletin tepesindeki çekişmelerden yarınlarına bakamadı bir türlü. AK Parti iktidarının sindirilememesiyle çoğu zaman fırtınaya dönüşen bu rüzgârlar, Abdullah Gül cumhurbaşkanı seçilene kadar sürdü.

Sonra, bitmek bilmeyen o zirve krizleri ve yetki karmaşaları kesildi birden. Aynı zihniyetten, tabandan gelen ve aynı kapta yoğrulmuş Cumhurbaşkanı, Meclis Başkanı ve Başbakan üçlemesi dönemine geçilmişti artık. Ve bu uyum zaman içinde devleti de dönüştürdü. Erkler kabuğuna çekildi. Dönemlerinin Anayasa Mahkemesi, Danıştay, Yargıtay Başkanlığı ve Başsavcılığı görevlerini yürütenler, zihinlere kazınan adlarıyla, borsayı tepetaklak eden açıklamalarıyla unutuldu gitti bir süre sonra. Bir devir de kapanmış oldu böylece. Bugün geldiğimiz noktada bu kurumların başlarında kimlerin olduğunu bile bilmiyoruz. Ve bu bizden hiçbir şey eksiltmiyor!

Abdullah Gül'ün görev süresinin dolmasının ardından ilk 'seçilmiş cumhurbaşkanı' olarak göreve başlayan Recep Tayyip Erdoğan döneminde ise siyasi uyumun da ötesinde bir süreç başlamış oldu şüphesiz.

Etkin, konuşan, koşan ve 'terleyen' Cumhurbaşkanı ile Başkanlık sürecini tartışıyoruz artık. Halk, Erdoğan'ın yönetim tarzı ile bu yeni modelin de alt yapısını tanıyor, analiz ediyor. Parlamenter sistemin tıkanıklıklarını, aşılmazlarını ve engellerini görüyor.

Erdoğan tarzı 'Cumhurbaşkanı siyasetinin' nasıl bir işleyişi olduğunu en iyi 7 Haziran sonrasında yaşadığımız belirsizlik sürecinde gördük. Ülkeyi 1 Kasım'a götürecek geçiş döneminde teröre karşı sürdürülen yoğun mücadelenin aksamaması, siyasi krizlerin çıkmaması ve ekonominin sarsılmaması devletin uyumuna, yani Erdoğan-Davutoğlu ortaklığına bağlıydı.

Muhalefet partileri üye vermemesine ve HDP'nin iki bakanını geri çekmesine rağmen tökezlemeden yoluna devam eden Davutoğlu Başbakanlığındaki Geçici Hükümet, kararlılığı ile terör belasının belini kırmayı başardı. Saldırılara rağmen PKK'ya diz çökertti.

Şöyle bir düşünelim. Geçici Hükümet döneminde cumhurbaşkanlığı koltuğunda Ahmet Necdet Sezer ya da onun zihniyetinde biri oturuyor olsa sonuç ne olurdu? Kim bilir, Türkiye hangi krizlerin pençesinde kıvranıyordu şimdi..

Hatırlatmakta ve unutmamakta fayda var.. 22 Temmuz 2007 seçimlerinden yüzde 47'lik başarıyla çıkan AK Parti'nin Genel Başkanı Erdoğan, fazladan üç ay Cumhurbaşkanlığı yapan Sezer'e yeni kabineyi sunmaya gitmişti. Cumhurbaşkanlığı oylamaları henüz başlamadığından fiilen Cumhurbaşkanı Sezer'di. Üstelik Erdoğan'a hükümeti kurma görevini de vermişti.

16 Ağustos 2007 günü Çankaya Köşkü'nden çıkan Erdoğan, kendisini bekleyen basın mensuplarına Sezer'in kendisine, “Bunu ben değil yeni cumhurbaşkanı onaylasın" dediğini aktardı. O zamanki kamuoyu algısına göre Sezer'in bu yaptığı siyasi bir 'jest'ti. O gün de söylemiştim, bence bu bir jest değil aksine Sezer'in devlet adamlığındaki 'son trip'ti.

5 buçuk yıl boyunca; kendisinin ve inandığı değerlerin başına gelen bir talihsizlik olarak gördüğü AK Parti'nin kurduğu bir hükümete daha imzasını atmak istememişti 10. Cumhurbaşkanı A.N. Sezer. Beş yıldan uzun bir süre birlikte çalıştığı Başbakan ile bir akşam yemeği bile yememişti. Paris'te dünya liderlerinin yemek masasına Emine Hanım ile oturan ve kimsenin bunu yadırgamadığını kaydeden Erdoğan, “Ben kendi ülkemde cumhurbaşkanımın misafiri olamadım. Oysa ben onunla ailecek, baş başa oturup yemek yemeyi isterdim" demişti. Bu sözleri bir de bugünkü Cumhurbaşkanı-Başbakan ilişkisi-iletişimi çerçevesinde okumak gerekiyor.

Bugünkü devlet bütünlüğünden feci derecede rahatsız olanların tıkandıkları son nokta da burası.. Daha dün çok istedikleri başkanlık sistemine bugün Erdoğan'dan dolayı şiddetle karşı çıkanlar, açık üstüne açık veriyorlar.

Diktatörlükle suçladıkları Erdoğan'ın aynı zamanda AK Parti'ye müdahale etmesini, Davutoğlu'nu da tamamen devreden çıkarmasını bekliyorlar. Sandıkta kaybetmeyen AK Parti'nin ancak bu şekilde parçalanacağının hayalini kuruyorlar çünkü. Umutlarını da 'diktatör' dedikleri Erdoğan üzerinden diri tutuyorlar.

Her geçen gün biraz daha darmadağın olan paralel yapı, elindeki son fitne tohumlarını “Erdoğancı" ve “Davutoğlucu" kutuplaşması için serpiştirip duruyor. Oysa AK Parti'nin 1 Kasım'da kendi içinde kurduğu büyük koalisyonun önünde hiçbir odak direnemez hale geldi. Bu sonuç, en az seçim zaferi kadar büyük bir başarıdır. Fetullah Gülen'in 17 Aralık'tan sonra ettiği beddualara 'amin' diyenlerin, bugün bir bir “helak' olmaları da bunun bir göstergesi.

Yenişafak

YORUM YAPIN

Yorumlarınız editörlerimiz tarafından okunup onaylandıktan sonra yayına alınacaktır.

YAZARIN DİĞER MAKALELERİ Tümü
BU KATEGORİDEKİ DİĞER MAKALELER