TARİH

Elvan Alkaya : Cennet’i Görmek…

Tarih
03 Temmuz 2015
İzlenme
1729 Kişi

3 Temmuz 2015

Tevafuk diye bir şey var…

 

 Bazen Allah hiç ummadığınız zamanlarda sizi yola revan eder ve öyle insanlarla karşılaştırır ki, hayatınızı yeniden gözden geçirirsiniz. Yaşadığınız dünyanın ağır yükü olarak tanımladıklarınızın aslında ne kadar genel geçer hafif yükler olduğunu anlayıp, geleceğe bakış açınızı bir anda değiştirirsiniz. İşte ben de Ramazan ayının ilk günlerinde böyle bir tevafukla ödüllendirildim. Yanı başına oturup sohbet ettiğim iki çınar bana, hayatım boyu unutamayacağım dakikalar bahşetti.

 

Memleketimin yolu sarp yokuşlu bir dağ köyüne düştü yolum. Acıpayam’ın Eskihisar köyü. Topraklarına ulaşmasının da, yaşamasının da mücadele olduğu bu köyde önce 114 yaşındaki Şükrü Dede’ye vardık. Defterime kendisine sormak için sayfalarca soru yazmıştım. Ancak yamacına oturup, onu dinleyince her hayatın bugünkü şartlardaki sorularla cevaplanamayacağını anladım.

 

Kendi elleriyle yaptığı kagir evi, kendi gibi zamana okuyordu Şükrü Dede’nin. Evinin yüksek basamaklarından ağaç kokuları arasında çıkınca odasında dinlenirken bulduk onu. Hemen başucuna gidip ellerini öptük. ‘Nasılsın?’ diye sorunca bana ‘İyiyim Allah’a şükür ama hayat bitti’ dediğinde hayattan kastının ömrü olduğunu düşünmüştüm. Ancak daha sonra onunla yaptığım sohbette; 79 yaşına rağmen hala İzmir ovasında pamuk toplayarak geçim derdine düştüğünü dinleyince; ‘Hayat bitti’ cümlesinin ‘Helal ekmek parası kazanma zamanının bittiği’ olduğunu anladım…

 

Şehirden sırf onunla sohbet etmek için geldiğimizi duyunca sevindi. Yattığı yerden kalkıverdi bizim için. Masmavi gözleri ışıl ışıl parlaya parlaya geçti dışarıya. 80 yaşındaki oğlu oturması için bir sandalye getirdi, arkası kırık… Etrafıma bakındım başka sandalye aradı gözlerim bulamadı. 114 yaşında bir çınarı; arkası kırık sandalyenin yamacına oturup, anlattıklarını bir garip burukluk içinde dinlemek de varmış…

 

Küçükken hem yetim hem öksüz kalmasından iki defa yaptığı askerliğe, köylerine yolların 1960’lı yıllardan gelmesinden hala bastonu ile gezinebildiğine kadar anlattı. Hikayelerinin hepsinde hayatla mücadele ve geçim derdi vardı. Bir asrı geçen ömrünün yoklukları ve devlet bir maaş bağlayamadığı için hep çalışmak zorunda kalan Şükrü Kızılhan’ın ibret dolu öyküsü… Hikayesi uzun Şükrü Dede’nin yakın zamanda çıkacak olan dergimizde yayınlanacağı için daha fazla detaya girmiyorum. İlgilenenler için sosyal medya adreslerimden dergi linkini paylaşırım okursunuz.

 

Ama beni en çok etkileyen ve kısa sohbetiyle bakış açımı tamamen değiştiren başka bir çınar daha oldu. Şükrü Dede’yi evine taşınan yeni masa ve sandalyelerle baş başa bırakırken, bizi Eskiköy’e götüren Sabit Bey’in 101 yaşındaki ninesini ziyaret ettik. Cennet’i göreceğimi ve onun kelimelerinde hakikatın fısıltısını duyacağımı hiç tahmin etmiyordum…

 

Kagir ile toprakla karışık tek katlı eski bir eve vardık. O, tahtadan yapılmış uzun balkonunda oturuyordu. Hemen aşağısında otlarda koşturan iki keçi ona naz yapıyor. Başındaki kırmızı fesin üzerine bembeyaz bir yemeni bağlamış, otururken gözleri uzaktaki bir dağa dalmış…

 

 Baktığı manzaraya bakıyorum ve aynı manzarayı paylaştığım için Allah’a şükrediyorum. Çünkü beton yığınları arasında ve garip bir çark içinde geçen hayatım için gördüğüm manzara muhteşem.

 

 İçine sadece tabiata ait olan seslerin karıştığı sessizlik ve soluduğum çayır kokusu beni kendime getiriyor. Diyorum ki kendi kendime ‘Neden benim yaşamımın modern resminde bu el değmemiş hayata dair imgeler çok uzak?’

 

Bizi görünce hemen gülümseyiveriyor, naif sesiyle karşılıyor bizi. Öptüğüm ellerini ellerimden ayırmıyor. Bir yandan konuşup uzun saçlarımı okşuyor, bir yandan yüzümü iki elinin arasına alıp bana sorular soruyor Cennet Nine. Bense cevaplarken onun yüzünün masum çizgilerinde kayboluyorum. Kaybettiğim büyük anneannem Bahriye geliyor aklıma, onun kokusunu alıyorum. Tenime dokunuşu sanki tüm yorgunluğumu tüm yükümü alıp gidiyor…

 

Bazı cümleleri bir kulağımdan girip öteki kulağımda yankılanıyor. 15 defa karnında taşıdığı canların yarısından fazla kaybedişini anlatıyor. 19 yaşında Kuzuören’den köye gelin gelişini, eşinin Şükrü Dede gibi gurbette ekmek parası derdinde çalıştığı yılları, eşi yokken şimdi izlediği o dağa keçileri peşinde çıkıp evine odun taşıdığını, o dağlarda geceleyişini anlatıyor. Yine yoklukları varlıkları dönüştürmeye çalışan bir çınarın öyküsünü dinliyorum. ‘ Keşke yanımda yeğenim olsaydı da dinleseydi’ diyorum…

 

Ona Kurtuluş Savaşını ve diğer önemli birkaç tarihi soruyorum. Ama o da Şükrü Dede gibi ülkenin çalkantılı tarihini hep çalışmak ve mücade etmek zorunda kaldığı yıllarla cevaplıyor. Çünkü onlar ömürlerini hep dağların ardındaki el diyarlarından evlerine getirecek aş, yetiştirecek evlat derdiyle geçirmişler.

 

Ben ona eskileri sorarken o bana bugünden bir isim soruyor: “Başbakan Erdoğan nasıl iyi mi? Ben onu çok seviyorum”. Beni aslında sorusuyla allak bullak ediyor. Etrafımızda ne bir televizyon ne de radyo var. Sabahtan akşama kadar keçileri ile oynaşan bu yaşlı nine bu soruyu nasıl sordu diye düşünüyorum. “İyi” diyorum, “O artık Cumhurbaşkanı”. “Ben geçen yaz ona oy vermeye gittim” diyor. Sonra aramızdan biri takılıyor Cennet Nine’ye, “Ben çok kızgınım ona, neden seviyorsun ki sen onu” diyor. Birden mahsunlaşıveriyor Cennet Nine… Onu kameraya çekmek istiyorum, konu hakkında konuşmayı kesiveriyor. Sessizleşiyor. Sonra arkadaşımız dayanamıyor şaka yaptığını söylüyor. “Ben de senin için kötü bir şey söyledim zannettim. Beni gücendirdin.” diyor. Rahatlamışlıkla mahsunluk karışmışlık bir gözyaşı siliyor eteğine. O an anlıyorum ki; bu dağ insanlarına bir zamanlar zalimlik yapıp haklarını ellerinden alan birilerinin hala izi var. Ve bana “Ben kimseye muhtaç olmadım guzum” sözünü sürekli yinelemesinin ne anlama geldiğini daha iyi kavrıyorum.

 

Derken dayanamıyorum soruyorum 101 yaşındaki Cennet Nine’ye: “Ölümden korkuyor musun?”

Soruyu duyunca daha sıkı tutuyor ellerimi, bana doğru eğiliyor daha bir merhametli bakıyor gözlerime. Bana aslında hepimizin bildiği ve hakikatın görünür sırlarından birini fısıldıyor gülümseyerek: “Ölümden korkulur mu guzum? Biz çok şükür İslamız. Bu dünya hep yalan ya guzum. Asıl hayat öteki tarafta başlıyor”…

 

Önümüz Ramazan Bayramı. Eğer köyde ellerini öpmeyi, seslerini duymayı, kokusunu solumayı unuttuğunuz çınarlarınız varsa size naçizane bir tavsiye: Bu bayram tatil planınızı değiştirip, sahip olduğunuz çınarları ziyaret edin. Hayır dualarını alın. Yaşamlarını yazın. Belki benim gibi sizlere de nasip olur Cennet’i görmek…

 

seslimakale.com

@ElvanKavi

[email protected]

YORUM YAPIN

Yorumlarınız editörlerimiz tarafından okunup onaylandıktan sonra yayına alınacaktır.

YAZARIN DİĞER MAKALELERİ Tümü
BU KATEGORİDEKİ DİĞER MAKALELER