YAŞAM

Serdar Tuncer : Şirâze

Tarih
31 Aralık 2015
İzlenme
2059 Kişi

Savrulduk.

Tanzimat libasının eğretiliği, Meşrutiyet masalının ahenksizliği, Cumhuriyet aydınlanmasının yapaylığı, bütün bunların öncesinde ve sonrasında yaşanan daha pek çok travma, bizi bizden etti. Savrulduk.

Mahalleden mektebe, evden saraya, çarşıdan mahkemeye kadar her alanda hayatımızı tanzim eden sabit iki referansımız vardı bizim. Kur'ân-ı Kerîm ve sünnet-i Nebevî. Evliyâsından eşkıyâsına dek bütün bir cemiyet bu referansların gölgesinde şekillenen mutabakata eyvallah deyip, gönül vermiştik. İnandığımızla yaşadığımız birbiriyle çelişmiyordu, aklımızla kalbimiz, hâlimizle kâlimiz, içimizle dışımız birdi, mutluyduk.

Rönesans reformla ruh, sanayi devrimiyle ceset bulan batı aydınlanması kapitalizmin en vahşi gömleğini giyip yeni bir referans teklifiyle karşımıza dikildiğinde ne yapacağımızı bilemedik. Zamana, zemine, şarta, menfaâte göre değişim gösterebilen, kendisi değil, değişkenliği sabit bir referanstı bu. Ve onu alabilmek için bizim olanı vermemiz gerekiyordu. Kur'ân ve sünnetle çerçeveli İslâm medeniyetinin Osmanlı yorumu böylece kayıp gitti avuçlarımızdan.

Hayır gitmedi!
Ne onu almaya kalbimiz müsaade etti, ne de bunu vermemeye aklımız. Arafta kaldık. Kalbimiz, tecrübemiz, imanımız başka bir şey söylüyordu bize, mektebimiz, çarşımız, evimiz başka. Gerildik. Savrulmalarımızın patolojik irtifasından iki farklı tepki, bu tepkilerin arkasında duruş kuvvetinden iki farklı insan tipi doğdu.

Kendisine ait olan doğruları başkasının yanlışlarıyla takas etmekte hiç bir mahzur görmeyerek ortada kendisi kalmayacak kadar başkalaşanlar ve kendi doğrularını kalbinde ve nisbeten hayatında muhafaza etmeye gayret ederek başkasının teklifini, yanlışlığını bile bile yaşamaya mecbur kalanlar.

Birinci kısım, ahlâksız teklif sahibi ortaklarının marifetiyle siyasetten ticarete, bürokrasiden medyaya, entelijansiyadan sanata kadar her sahada zoraki var edildi. Bu var edilişin bedeli, bütün bu sahalarda bize ait olan her şeyin yok edilmesiydi, seve seve ödediler.
İkinci kısım, inandığı ve yaşadığı arasındaki uçurumda ya ulvî bir hakikat çilesiyle mahzun bir tavır sahibi oldu, yahut bu med-cezirin buhranında kalbini kısmen muhafaza ederken şahsiyetini yitirdi. İki durumda da bedeli 'öz yurdunda garip öz vatanında parya' olmakla ödedi.

Doğrular istisnaydı artık, yanlışlar kâide. İstisnalar kâideyi kuvvetlendirmekten başka bir işe yaramadı. Süreksiz savrulmalarımız, sürekli bir savunma doğurdu. Hem içimizdeki başkalarına, hem bizi başkası olarak gören dışımızdakilere, hem kendi içimize, ha bire bir şeyleri savunduk durduk:

“Müslümanlar gerici değildir”, “Osmanlı kötü değildir”, “İslam terör dini değildir”, “tesettürlü cahil değildir”, “her sakallı IŞİD'ci değildir”, “Tayyip Erdoğan diktatör değildir”...

Başkalarına ne olmadığımızı tarif edelim derken kendimiz kim olduğumuzu unuttuk. Yitiğimizi bulalım derken kendimizi yitirdik.
Hayatın her sahasında her şeye sahip olsak bile, onlara sahip olan bizden bir başkası olacaktı artık. Bizde biz yoktuk. Zihnimiz, kalbimiz, kelimelerimiz, değerlerimiz, hayallerimiz, mahallemiz, üniversitemiz, evimiz, çarşımız, her şeyimizle bir başkasına aittik.
Biz bizi garipsiyorduk. Yokluğuna kahrolmamız gerekenlerin nisbî varlığına sevinme, varlığına isyan etmemiz gerekenlerin kısmî yokluğundan memnun olma devrini işte böyle yaşamaya başladık ve yaşamaya devam ediyoruz.

Vaktiyle sokakta alelâde ama yine de tesettürlü birini görünce, olsa olsa ecnebî bir seyyahtır dediğimiz bu topraklarda, bu gün tesettür kamuda serbest bırakıldı diye bayram ediyoruz.

Faiz diye bir şeyin memleketimizde telaffuz edilebiliyor olması bile isyan edip ayağa kalkmamızı gerektirirken, faizsiz bankacılığın varlığı teselli sebebimiz oluyor.

Bir muhalefet partisi milletvekilinin ülke menfaâti söz konusu olunca yerli ve millî bir duruş sergileyerek devletinin yanında durmasına hayret edip alkış tutuyoruz.

İçki servisi olmayan lokanta, odasında seccade bulunduran otel, mescidi olan alışveri�� merkezi bulmak mutlu ediyor bizi.
Müslüman ülkenin okullarında, Müslüman çocukları artık seçmeli Kur'ân-ı Kerîm ve Siyer-i Nebî öğrenebilecek diye Müslümanlar olarak seviniyoruz.

Var mı garipliğin daha ötesi?
Kendini yitirmenin bu kadarına pes!
Mutlak var olması gerekenlerin yokluğuna o kadar alıştırılmışız ki, önümüze lütfen bırakılan bir kaç kırıntıya ziyafet muamelesi yapıyoruz. İçimizdeki başkaları da bizim hâlimize bakıp, kendisi hakkımız olanın uzaktan kokusunu aldık diye, lütfetmişler gibi minnet bekliyor bizden.
Sonra da soruyoruz, 13 yıldır Müslümanların iktidar olduğu, yüzde doksan bilmem kaçı Müslüman bu ülkenin bir üniversitesinde namaz kılanlar nasıl dayak yiyebiliyor diyerek.
Biraz şahsiyet yahu!
İktidar olmak için gariplerin biraz titreyip paryaların hafif kendine dönmesi yetiyormuş, bunu öğrendik.
Ama öz yurdumuzda gerçekten muktedir olmayı öğrenmek istiyorsak, daha yürüyecek çok yolumuz var.

TEFEKKÜR DİVÂNI

“Dilde gam var şimdilik lutfeyle gelme ey sürûr
Olamaz bir hânede mihmân mihmân üstüne”
Rasîh
Ey neşe, gönlümde gam var şu anda, çıkıp bir de sen gelme. Bir evde misafir varken bir başka misafirin gelmesi pek de yakışık almaz.
a) Biz birbirimize hislerimizi doğru dürüst ifade edemezken, eskiler hislerini karşılarına alıp onlara şahsiyet giydirerek hasbihâl bile etmişler.
b) Biz hakiki dertten habersiz, küçücük şeyleri dert zannedip yalancı dermanlar peşinde ömür tüketirken, ârifler, içinde derman gizlenen o hakiki derdi bulmuş, onu artırmak için dua ve gayret etmişler.
c) Neşeye, gelme biraz da şu dert ile eğleşeyim, dedirtecek kadar büyük bir zevki var o derdin.
d) Hepsi

ANLAYAMAM

*Arabasının arkasına 'şehit ailelerine ücretsizdir' yazan Sakaryalı taksiciyi hayranlıkla anlarım da; bu yazıyı görünce mutlu olacak kadar bizim bizden nasıl koptuğumuzu hayretle anlayamam.

ÖZLÜ SÖZLÜK

Adına tertip edilen bir ödül töreni münasebetiyle vefatından 33 sene sonra bile İslâm düşmanlarının ortak tepkisini çekmeyi başararak, iman sahiplerine birer Fatiha daha okutturabilen adama Necip Fazıl Kısakürek diyoruz.

Biri ve diğeri

*Birinden diğerine siyasi parti eş başkanı gider; diğerinden birine hıyar bile gelmez.
Birine içindeki hainlere rağmen kısaca devlet denir, diğerine dışardaki dostlarına bakıp sadece Rusya.

Yenişafak
31 Aralık 2015

YORUM YAPIN

Yorumlarınız editörlerimiz tarafından okunup onaylandıktan sonra yayına alınacaktır.

YAZARIN DİĞER MAKALELERİ Tümü
BU KATEGORİDEKİ DİĞER MAKALELER