DİNİ YAZILAR

Faruk Beşer : Tanrı tamam da peygambere ne gerek var?

Tarih
18 Ocak 2016
İzlenme
2945 Kişi

Deist bir tanrı anlayışına sahip olanlar böyle diyorlarmış, bu fikir gençlere de hoş geliyormuş. Öğretmenimiz, lise öğrencilerine peygambere olan ihtiyacı nasıl ispatlayabiliriz diyor.

Önce bunun bilimin ispat araçlarıyla bir ispatının olamayacağını bilmemiz gerekir, Allah'ın bu yolla ispat edilemeyeceği gibi. Bu bir iman meselesidir Resulüllah'ı gören ve tanıyan yüz binlerce insan onun söylediklerinin doğruluğuna ikna olmuş, onun Allah'ın Resulü olduğuna inanmış ve alışageldikleri hayatı değiştirerek artık onun söylediği gibi yaşamaya başlamışlar, onları izleyenler de aynı yolda yürümüşler. Buna böyle iman eden eder, etmeyen etmez. Akla gelince, akıl da bunu reddetmez, hatta güzel bulur.

Mesela Resulüllah'ın yanı başındaki Ebucehil ona inanmamış, Hz. Nûh'un ve Hz. Lût'un hanımları kendilerine inanmamış, ama Firavun'un sarayındaki Âsiye Hz. Musa'ya inanmıştır. Demek ki, iman, kişinin şartlanmışlıktan ve ön yargıdan kurtulmaya çalışmasına bağlı olarak, biraz da Allah'ın vereceği bir lütuftur.

Ama ispat olmasa da aklımızı kullanabiliriz.

Bir tanrıya inanmayana peygamberi ispat etmeye çalışmanın zaten bir anlamı olmaz. Eğer bir tanrı var deniyorsa, kâinatı O yaratmışsa, O'nun kendi yarattığı kâinata müdahale etmemesi, karışmaması, bu kâinattaki tek akıllı varlık olan insana yön vermemesi makul olamaz. Bunu herkese görünerek bizzat kendinin yapması da abestir. Çünkü o zaman iman etmenin bir anlamı kalmaz. Öyleyse bunu bir memuru vasıtasıyla yaptıracaktır ki, işte bu memur, O'nun farklı özelliklerde bir insan olarak yarattığı peygamberdir. O'nun kâinattaki düzeni yarattığını kabul ediyorsak, bu kâinatın bir parçası olan insanın düzenli bir hayat sürdürmesi için de ona talimatlar vermesini ve bu talimatları getirip öğreten bir elçisinin bulunmasını da anlamlı buluruz.

Sonra tanrı bize kendini tanıtmak istemez mi? Bir tanrı bulunsun, ama O'nun nasıllığı konusunda bizim bilgi edinebileceğimiz bir imkânımız olmasın, bu da garip olur.

Sonra eğer peygamberler olmasaydı, hadi dünyayı duyularımızla öğrenebilirdik diyelim, duyularımıza gelmeyen varlıkları nasıl tanıyacaktık? Böyle bir varlık alanı yok diyemezdik, çünkü var olduğunu hissedebiliyor ve mesela rüyalarla başka dünyalara gidebiliyoruz. O halde bize karanlık olan bu alandan doğru bilgileri alabilmemiz için bizim yine peygamberlere ihtiyacımız vardır.

Kaldı ki, biz salt aklımızla dünyayı da tam anlamıyor, varlık arasında bütüncül bir ilişki kuramıyor ve hep birbirimizden farklı şeyler söylüyoruz. Akıllı diyemesek bile en zeki insanlar filozoflardır. Oysa bilinen tarihleri boyunca filozoflar hep birbirlerini yanlışlayarak gelmiş, hakikat adına taş üstüne taş koyarak ilerlememişlerdir. Onların bu birbirlerini nakzetmeleri dünyanın sonuna kadar da devam edecektir. Buna karşılık getirdikleri bilgilerle peygamberler birbirlerini hep tamamlayarak gelmişlerdir. Hepsi öncekini, kendisinin selefi ve kardeşi olarak tanıtmıştır.

Anlaşma, kavga etmeme, birlik olma herkesin arzuladığı bir erdemdir. Ama dünyanın düzeni sadece akla bırakılırsa her akıl farklı şeyler söyler ve insanlar arasında asla anlaşma sağlanamaz. Oysa belli temel prensiplerde peygamberlerin söyledikleri kesin doğru olarak kabul edilirse anlaşmazlıklar asgariye iner, huzur olur. Buna kimse İslam Dünyası'nın bugünkü haliyle itiraz etmesin. Çünkü üç yüz yıldır Müslümanlar kendi dünyalarını kuramadılar. Kaldı ki şu anda böyle bir toplumu kuramamalarının sebebi de yakalarını hiç bırakmayan emperyalistlerdir.

Aynı şekilde hazlar ve istekler de farklıdır, onlarla da sulhun ve barışın hâkim olduğu bir toplum kurulamaz.

Yaygın benzetmeyle peygamberi bir teknisyene de benzetebiliriz. Allah insan gibi karmaşık bir makine, dünya gibi akıl almaz bir sistem yaratmış olsun ve bunların nasıl en verimli şekilde çalıştırılacağını öğretecek bir kitapçık ve bir teknisyen göndermesin, bu olacak şey değildir.

Sonra ahlak ve erdem denen şeyi gerekli ve güzel bulmayan insan yoktur. O halde ahlakın ve erdemin nasıl olması gerektiğini diyelim ki, aklımızla bulabildik, ama bunun yaşanması ayrı bir olaydır ve bu konuda bizim somut örneğe ihtiyacımız vardır. Çünkü ahlaki güzellikler yaşayanlardan görerek alınır. Peygamberler Allah'ın eğitimiyle bu örnekliği en güzel şekilde sunan insanlardır.

Akıl, bir ihtimal bir tanrının varlığını bulabilir, ama duyularımıza gelmeyen bu tanrının mahiyetini bulamaz. Onun için filozoflar genellikle tanrıya inanan insanlardır ama Allah'ı bir türlü bulamazlar. O'nu akılla anlatmaya kakışmanın sonu deizmdir, deizmin sonu da ateizmdir. Bunun böyle olduğunu etrafımızdan bile gözlemleyebiliyoruz.

Yenişafak
18 Ocak 2016

YORUM YAPIN

Yorumlarınız editörlerimiz tarafından okunup onaylandıktan sonra yayına alınacaktır.

YAZARIN DİĞER MAKALELERİ Tümü
BU KATEGORİDEKİ DİĞER MAKALELER