DÜNYA

Yusuf Kaplan : “Clinton: 21. yüzyılı Türkiye belirleyecek”

Tarih
19 Mart 2022
İzlenme
1706 Kişi

Türkiye, Rusya-Ukrayna savaşında dünyanın çekim merkezi hâline geldi: Dünyanın stratejik dengesi olduğunu dünya aleme gösterdi.

Bugün sizlerle 23 yıl önce yayımlanan bir yazımı paylaşacağım. Yarın Türkiye’nin bölgesel / küresel güç olmasının imkânlarını yazacağım.

TÜRKİYE’NİN KONTROLDEN ÇIKMAMASI İÇİN…

ABD Başkanı Bill Clinton, Berlin Duvarı’nın yıkılışının onuncu yılı nedeniyle Washington’daki Georgetown Üniversitesi’nin “Alman ve Avrupa Araştırmaları Merkezi”nde “tarihi” ve “dehşet” bir konuşma yaptı. Olumlu ve olumsuz anlamda “dehşet” bir konuşmaydı bu.

Clinton, dünyaya, “barış”ı, “demokrasi”yi, “özgürlüğü” Amerika hediye etmiştir, diyordu.

“Barış”, “demokrasi”, özgürlük”... “Cilalı imaj devri”nin ayartıcı, bir türlü hayata geçirilemeyen büyülü kavramları.

Clinton’ın konuşmasının önem taşıyan bölümü, Osmanlı ve Türkiye konusunda söyledikleri.

28 Şubat “postmodern darbe”sinin, zaman zaman ayartıcı bir şekilde yalanlanmaya çalışılsa da, “medeniyetler çatışması” çerçevesinde geliştirilen teorilerin veya stratejilerin kaçınılmaz bir uzantısı olduğunu; ABD’nin bu süreçte “örtük” veya postmodern bir şekilde kilit rol oynadığını; ABD’nin, Soğuk Savaş’tan önce ve sonra siyasi, ekonomik ve kültürel bir güç olarak yeniden tarih sahnesine çıkma emareleri gösteren İslâm medeniyetinin gelişini önlemeyi amaçladığını; işte tam bu noktada, kilit rol oynayacağı anlaşılan Türkiye’nin İslâm’la ilişkisinin kontrol altına alınarak minimize edilmesini sağlamaya ve dolayısıyla Türkiye’nin kendi başına hareket etmesini engellemek için Türkiye’yi durdurmaya veya kuşatmaya çalıştığını söyleyip duruyorum.

Amerika, tıpkı Avrupa gibi, Türkiye’nin, Osmanlı’nın mirasına sahip çıkarak, Osmanlı’nın çökertilmesinden sonra oluşan vakum (boşluk) nedeniyle bölgemizde yeniden tarihi rolünü oynamaya başlayabileceğini hiçbir zaman aklının köşesinden çıkarmıyor ve o yüzden Türkiye’yi kendi haline bırakmak istemiyor.

HANGİSİ DAHA TEHLİKELİ?

(…) Amerika, dünya üzerinde kurduğu hegemonyayı; ayartıcı, başdöndürücü ve simülatif postmodern kavramlara ve yöntemlere başvurarak, Avrupalılar gibi açık değil, örtük bir şekilde gerçekleştiriyor.

ABD, Avrupalılar’ın Müslümanlar’a duyduğu öfkeyi, kini, düşmanlığı aynı şekilde değil ama daha rafine yöntemlerle sürdürüyor.

Oysa bu yöntem daha tehlikelidir.

Unutmayalım: “Kızıl tehlike”den sonra “fundamentalizm, İslam tehlikesi” projesini Avrupalılar değil ABD geliştirdi ve son on yıldan bu yana ABD’nin en öncelikli sorunu, fundamentalizm tehlikesi olarak lanse edilerek mahkum edilmeye çalışılan İslam’ın yeniden siyasi, ekonomik ve kültürel bir güç olarak tarih sahnesine çıkmasını önlemeye çalışmaktır.

Bugün bütün sosyal bilimcilerin açıkça kabul ettikleri gerçek şu: Doğu kültürleri salt fizikötesi gerçekliği eksene aldıkları için, salt fizik gerçekliği eksene alan ve bu yüzden şiddet yüklü pratikler üreten Batı kültürüne, Batılı kodlara direnme güçlerini yitirdiler ve Batı kültürünün kodları tarafından yutuldular. Batı kültürünün “tüketici”, “düzleştirici”, “yok edici” kodlarına karşı direnebilen tek kültür, fizik ötesi gerçeklikle fizik gerçekliği aynı mezcedebilen kültür olan İslam kültürüdür.

Tıpkı Avrupalılar gibi, ABD’yi de kara kara düşündürten işte bu “ürkütücü”, temel gerçektir. Bu yüzdendir ki, ABD, gelecek yüzyıla veya binyıla ilişkin stratejilerinin eksenine, merkezinde İslâm dünyasının bulunduğu havzayı yerleştirmiştir.

Burada, bölge ülkeleriyle kültürel, tarihî bağları en güçlü ülke olan ama bunu borçlu olduğu Osmanlı’nın mirasçısı olmadığını resmen ilan ve ifşa eden Türkiye’dir. Buna rağmen dünyada, izleri hâlâ süren ve kendisine büyük sempati beslenen başka bir ülke yoktur.

İşte Amerika, bu gerçeğin farkındadır ve bu bölgede orta ve uzun vadede Türkiye’nin Osmanlı’nın üstlendiği misyona ve role benzer bir misyon ve rol üstlenmeye kalkışmaması için yoğun bir çaba gösteriyor.

(…)

TÜRKİYE, 21. YÜZYILI NASIL BELİRLEYECEK?

[Emperyal bir vizyonla] hareket eden Amerika, Avrupa’da armağan ettiği “barış”, “demokrasi” ve “özgürlüğü”, İslam dünyasında da tesis etmeye çalışacağını söyleyip duracak. Ama burada, tıpkı İsrail’in yaptığı gibi, jeo-ekonomi yoluyla jeo-politika yaparak; “barış” ve “refah” vaadi yoluyla sürdürülen bir “postmodern savaş” stratejisi izleyecek.

Ve tasarlanan hedef ise şu: İslâm dünyasında İslâm’ın bir medeniyet sıçraması yapmasını mümkün kılabilecek siyasî, ekonomik ve kültürel ortam yok edilecek; İslâm, bu toplumların aksesuarlarından sadece biri, bir unsuru haline getirilecek. İşte bunun en canlı örneği, Türkiye›deki 28 Şubat sürecinde yapılmaya çalışılan şeylerdir.

yazının devamı

YORUM YAPIN

Yorumlarınız editörlerimiz tarafından okunup onaylandıktan sonra yayına alınacaktır.

YAZARIN DİĞER MAKALELERİ Tümü
BU KATEGORİDEKİ DİĞER MAKALELER