SİYASET

Serdar Tuncer : Güleriz ağlanacak halimize

Tarih
15 Nisan 2016
İzlenme
4617 Kişi

Dünyanın herhangi bir ülkesinde, söylendiği yâhut yaşandığı vakit tebessümle karşılanabilecek bir söz veya olay bile bizde polemik, fitne ve hatta kavga sebebi olabiliyor. Alelâde sebepler üzerinden sun'î kavgalar üretmeye teşne vaziyette, hazır kıta bekliyoruz hepimiz. Bu yüzden kucaklaşma çağrıları dahi kimilerimizce yumruklaşma davetiyesi gibi okunuyor.

Peki neden böyle?

Bu soruya her birimiz haklı ama eksik bir bakışla, kendi durduğumuz mevzi ve bakabildiğimiz perspektiften cevaplar veriyoruz. Birden fazla sebepten doğan hadiseleri, kendimizi en haklı çıkaracak tek bir parametre ile yorumlayıp, diğer sebeplere yok muamelesi yapıyoruz. Böyle olunca da herkesin haklı olduğu ama neredeyse hiç kimsenin hakkaniyetli olmadığı bir kavganın ortasında buluyoruz kendimizi.

Niyetim, cevabında bir türlü mutabık kalamadığımız bir soruyla sizi meşgul etmek değil. 'Neden', bizi kavga ettiriyor madem, gelin birlikte 'nasıl'dan bir ayna yapıp kendimize tutmayı deneyelim. Hem belki de bu 'nasıl'dan başkalarının nedenini anlamaya dair bir insaf ve iz'an penceresi de aralamış oluruz.

SUSUZ BİR BARDAKTA FIRTINA KOPARMAK

Düşünün şimdi; Sayın Cumhurbaşkanı bir toplantıda çıkıp dese ki: Gülleri koparmayınız!

Ertesi gün ülkemizde neler olur?

Medya ikiye bölünür evvela. Bir taraf gül belgeselleri yayınlayıp, güllerin kokusunun nereden geldiğine dair hikmetli cümleleri manşetlerine taşır. Gül kokusu sevmemenin vatana ihanete denk düşen taraflarını anlatır bazı köşe yazarları. Bazıları bir adım daha ileri gidip, geçmişinde gül kopartanların listesini yayınlamaya başlar. Bir başkası da sevmediği birtakım adamları, gül kokusunu beğenmeyişleri üzerinden dövme derdine düşer.

Diğer taraf durur mu? Onlar da gülleri çok seven geçmişteki bazı diktatörlerden örneklerle, ülkenin dikta rejimine doğru gidişini ispat etmeye kalkarlar. Gül tohumu ithali için yapılan ihalenin yandaşlara verildiğine dair belgeler bulunur bir yerlerden.

Bir köşe yazarı, Cumhurbaşkanı'nın lalelere ve nergislere düşman olduğuna dair bir yazı döşenir. Bir başkası da diğer bütün çiçeklerin kökünün kazınacağının habercisi olarak görür bu cümleyi.

Vaktiyle AK Parti'ye destek vermiş, günün liberal muhalif kalemleri, Tayyip Erdoğan'ın eskiden bütün çiçeklere aynı mesafede durduğuna fakat şimdi çok değiştiğine dair makaleler kaleme alırlar.

Safını onlar kadar net ifade etme cesareti bulamayan bir başka sevgi pıtırcığı yazar-çizer takımı ise şu kadarını demekle yetinir: “Bu kadar çok cepheleşmenin olduğu bir zamanda gül koparanları da karşıya almanın ne âlemi vardı?”

GÜL SAVAŞLARI

Medya, bu anlamsız kavga ile didişedursun, gelin biz bir de Meclis'e bakalım:

Ana muhalefet partisi lideri, okuduğu köşe yazısını bayraklaştırarak, Cumhurbaşkanı'nı lale düşmanı ilan eder. Alkışı görünce hızını alamaz, en iyi bildiği güya metaforu gündeme uyarlayarak, AK Partilileri güllerin üstüne yatmakla itham eder.

Sayın Başbakan, Cumhurbaşkanı'nın ifadesinden neden lale düşmanlığı mânâsı çıkarılamayacağını izah için, gül ve lalenin medeniyetimizdeki karşılığını ifade etmek mecburiyetinde kalır. Bizim bütün çiçeklere aynı mesafede durduğumuzu ve hepsini sevdiğimizi ifade eder.

Bu ifadenin üzerine bir başka fırtına kopar:

“Devletin zirvesinde ayrılık! Cumhurbaşkanı 'güller' derken, Başbakan 'bütün çiçekler' diyor!”

Birilerinin ekmeğine de yağ sürüldü mü böylece?

Aynı lidere gönül verip aynı başbakanı seven adamlar fısıldaşmaya başlar köşelerde: “Sen gülcü müsün, çiçekçi mi?” Zor sorudur, gülüp geçmeyin öyle.

Bazıları ise temkinlidir, ne olur ne olmaz diye biraz daha ihtimamla verirler cevaplarını: “Vallahi Sayın Gül kıymetli bir devlet adamımızdır. Cumhurbaşkanımız gül dedi, Başbakan çiçek diyor, gül de bir çiçek zaten. Üst akıl bu üçlüyü birbirinden ayırmaya çalışıyor.”

BULANIK SU BALIKÇILARI

Birileri kargaşayı görür de durur mu? Yürürler onlar da meselenin üstüne: “Kapatalım hendekleri, onun yerine gül bahçelerini talan edelim, sesimizi çok daha iyi duyururuz.” Ermenistan'dan, Sırbistan'dan, uzaktan gül kopartabilen adamlar gelir ülkeye bir gecede.

Twitter'ın girmediği kavga yarımdır bizde.

Cumhurbaşkanı'nın gül kopartırken çekilmiş bir fotoğrafı eşliğinde hashtag açılır hemen. “#CicekDüsmaniErdogan”. Kayyumların, şirket bahçelerinden gül dışındaki çiçekleri toplattığı haberleri yayılır bir anda. Füruatın biri İran'dan gül ithal edilebilmesine milleti hazırlamak için bu açıklamanın yapıldığını yazar. Yeni bedduanın mevzuu da netleşmiş olur böylece: “Kim gül kopartmışsa, Allah onun bahçesine dolu yağdırsın!”

Buna karşı hamle gecikmez. Paralelin, vaktiyle kaç gül bahçesini talan ettiğini başka bir etiketten öğreniriz: “#haingüldüsmanlari”

Kavgayı gören ulusalcılar da üşüşür bilgisayar başına. Onlar da bahçesinde gül olan herkesi Cumhuriyet düşmanı ilan ederler.

Derin kulislerin yeni dedikodusu bellidir artık. Diğer cemaat ve tarikatların da, fırsat bulduğu anda güllerin kökünü kurutacağı konuşulur gizliden gizliye. Bu kulis bilgisini öğrenen bazı çokbilmişler de durumdan vazife çıkarmayı ihmal etmezler. Mezhepler ve cemaatlerin farklı çiçekleri sevme ihtimali olduğundan dem vururlar. Bu farklılığın ümmet içindeki birliğe nasıl kast ettiğine dair manifestolar yazılır, konferanslar verilir.

Ümmetin birliği için parola hazırdır artık: “Mezhepsiz ve cemaatsiz bir gül sevgisi…”

Bir çiçeği çok sevme ihtimali bulunanlar ortadan kaldırılacak, böylelikle herkes bütün çiçekleri çok sevecektir. Al sana “ittihad-ı İslam.”

LÜZUMSUZLUK BEDAVA

Okumuşlarımız bir araya gelerek, gülün aslında neden bir çiçek sayılamayacağına dair bildiri hazırlayıp, altına imza atarlar. Bir milletvekili güle inat olsun diye Moskova'da, Putin'e bir demet diken sunar. Bilumum odalar, mimarından tabibine açıklama yayınlarlar. Biri gülsüz evlerin güzelliğinden, diğeri gül kopartmanın sağlığa faydalarından bahseder.

Bütün bu curcunada da olan gül gibi memlekete olur.

Belki tebessüm edip; “yok canım o kadar da değil” diyorsunuz bu satırları okurken. Biraz insaf ve adaletle Türkiye'nin son beş yılına bakarsanız, bu yazılanların aynıyla, maalesef vâki olduğunu göreceksiniz. Gülün adı değişiyor sadece, kavga hep aynı!

Ne diyordu İsmail Kılıçarslan: “Ne gülüyorsun yeğenim, anlattığım senin hikâyen!”

Yenişafak
15 Nisan 2016

YORUM YAPIN

Yorumlarınız editörlerimiz tarafından okunup onaylandıktan sonra yayına alınacaktır.

YAZARIN DİĞER MAKALELERİ Tümü
BU KATEGORİDEKİ DİĞER MAKALELER