EĞİTİM

İsmail Kılıçarslan : Sorunlu din dersi

Tarih
15 Kasım 2014
İzlenme
1170 Kişi

15 Kasım 2014...
Yargımı yekten söyleyeyim de arıza çıkmasın: Devletin herhangi bir dersi ‘zorunlu olarak’ verdiği her türden eğitim modeline şiddetle karşıyım. Dahası, devletin benim adıma çocuğuma ne öğreteceğine karar vermesine kılım. Zira modern eğitim modeli, devletin -elbette kendi lehine olmak üzere- insanı düzleştirilip sisteme entegre etmesine, eğitim verdiği bir çocuğu zaman içerisinde ‘makbul vatandaş’ haline getirmesine ayarlıdır.

Bu sadece Türkiye’de böyle değildir. Modern eğitim sisteminin yürürlükte olduğu her ülkede -o ya da bu oranda- böyledir.

Söz gelimi, 80’lerin başında ilkokul okuyan ve o darbe atmosferinde eğitimini Kemalizm’in bizatihi kendisinden almış bizim kuşak için Türkiye, 3 tarafı denizlerle, 4 tarafı düşmanlarla dolu bir kara parçasıdır. Komşumuz İran canavar, Yunanistan ejderha, sakallı sarıklı insanlar bilimin ve ilerlemenin düşmanıdır. Ezbercilik kötüdür, din Allah’la kul arasındadır ve tabii ki önemli olan kalp temizliğidir. Şair dediğin Kemalettin Kamu ile Behçet Kemal Çağlar’dır. Tarih dediğinse 19 Mayıs günü, ölmediği için kalbimizde yaşayan süper kahraman Mustafa Kemal Atatürk’ün Samsun’a ayak basmasıyla başlar. Osmanlı, tarih öncesi döneme ait, az gelişmiş insanların kurduğu bir devletçiktir.

Tüm o zorunlu derslerin ‘aptala çevirdiği’ bir kuşaktır benim kuşağım. Bize öğretilen neredeyse hiçbir ‘sosyal bilgi’nin doğru olmadığını anlamamız çok uzun zamanımızı almıştır. Hoş, bazılarımız hala o bilgilerin doğru olduğu hususunda ısrar etmektedirler. En basitinden, Mustafa Kemal’in Samsun’a, padişahın izni ve bilgisiyle değil, padişaha isyan ederek, üstelik pusulası bozuk bir gemiyle gittiği bilgisini doğru sayan bir sürü kuşakdaşım mevcutludur.

Hadi şuradan devam edeyim. Matematik, fizik, biyoloji ve sair ‘fen bilimleri’ni dahi öğretmesine karşı olduğum devletin ‘sosyal bilimler’ konusunda çocuğumu ‘belirli bir bakış açısının insanı’ haline getirmeye çalıştığı her türden müfredatı tiksindirici buluyorum.

Dikkat isterim: ‘Belirli bir bakış açısının insanı’ dedim. Dolayısıyla, her türden ‘belirli bakış açısı’nı kastettim. Aslına bakarsanız, eğitimimizi devletimiz vermiş olmasaydı bu dikkati çekmeme dahi gerek kalmazdı.

Gelelim yüce devletimizin çocuklarımıza zorunlu olarak verdiği din kültürü ve ahlak bilgisi dersine. Yukarıda sıraladığım gerekçeler bir yana, devlet okullarında ‘ilm-ül edyân’, yani ‘dinler tarihi’ dersinin bir şekilde okutulmasını savunuyorum. Yine devlet okullarında ‘ahlak yasaları’ isimli genel geçer bir ahlak dersinin de verilebilir olduğunu düşünüyorum. Lakin müfredatını devletin belirlediği bir ‘din eğitimi’ fikrine Katmandu kadar uzağım.

Niye uzağım? Çok basit: Devletin çocuğuma öğreteceği dine karşıyım. Bu, devletin karışması gereken bir alan değildir, olmamalıdır. Ve evet, devleti o esnada kim yönetiyor olursa olsun, böyledir bu.

Diğer yandan bir Alevi’nin, bir Caferi’nin, bir Ermeni’nin, bir Rum’un ya da kendisini ateist olarak tanımlayan bir anne babanın ‘çocuğumun sünni İslam anlayışının genel geçer kaidelerini öğrenmesini istemiyorum’ deme hakkı mahfuz ve saygıdeğer bir haktır. Diğer yandan da mesela bir baba olarak benim, çocuğuma -ne bileyim- 4 yaşından itibaren İslami eğitim vermeyi isteme hakkım da mahfuz ve saygıdeğer olmalıdır.

Zorunlu din dersi fikri, bana kalırsa, her bakımdan ‘sorunlu’ bir meseledir.

Peki, çözüm nedir? Bence basittir. Devletimiz, STK’lar vasıtasıyla çeşitli dinlerin öğretileceği çeşitli müfredatlar hazırlatıp çocuklarımıza istediğimiz dini, dilediğimiz şekilde öğretebileceğimiz bir ‘çoktan seçmeli din eğitimi’ programı hazırlayabilir. Hiç de zor bir şey değildir bu.

Söz gelimi ben, çocuğuma birinci sınıftan itibaren Kuran-ı Kerim, siyer ve peygamberler tarihi dersleri aldırabilmeliyim. Üstelik bunu da ‘falanca STK’nın hazırladığı din eğitimi müfredatı’nı tercih ederek yapabilmeliyim. Öte yandan, bir Alevi anne baba da dilerse çocuğuna ‘Alevi ibadetleri’, ‘Alevilik tarihi’ ve benzeri dersler seçebilmeli.

Peki, devletimiz bunu yapar mı? Yapabilir elbette. Fakat yapar mı bilmem. Zira devlet dediğin şey, onu yönetenden bağımsız şekilde kendi saçma kurallarını dayatan bir canavara benzer. Yöneten, yapılması gereken doğruyu bilse de o doğruyu yapmaya cesaret edemez bazen. Korkar o canavardan. 

Ne diyordu Engels: ‘Çocukluğumun MHP ağırlıklı diyanetinin din dersleri kitaplarını hatırladım ya la yine. Kâbustan halliceydi yeğenim.’ 

�1 sn�?$ @" ğını görmüştür. Ne yazık ki ülkemizde böyle bir tablo söz konusu değildir. Onbinlerce insan terörden zarar görmüş olmasına rağmen, özellikle örgütte ve ona destek veren kitlede herhangi bir yılgınlık, yorgunluk ve pes etmişlik hissi gözlenmemektedir.

 

Tam aksine, örgütün beklentisi ve kitlesine verdiği his Türkiye Cumhuriyeti devletinin bölgeden çekileceği ve bölgeye PKK’nın hâkim olacağıdır.

Başka bir deyişle, örgüt bölgeden çekilmeyi değil, devleti bölgeden kovmayı düşünmektedir. Müzakere etmek istediği de bunun şartlarıdır.

ÇÖZÜM İÇİN İRADE OLUŞTU MU?

Buna rağmen, Çözüm Süreci’nin sona erme tehlikesi her iki tarafta da endişeye yol açıyor. Özellikle HDP ve benzeri çevreler sürecin PKK’ya ve kendilerine büyük yararlar sağladığını, süreci erken bitirmenin sakıncalı olacağını düşünüyor. Buna göre, sorunlar olsa da süreci sürdürmek, sorunları görmezden gelmek gerekir. Ancak Kandil, yani silahlı kanat bu konuda çok farklı düşünüyor. Onlar geri adım atma yanlısı değil. Silahlı olarak kırda ve şehirde varlıklarını sürdürmek, Suriye’de devletleşmek ve ordulaşmak, Suriye ile Türkiye’de Kürtlerin yaşadığı yerleri birleştirmek gayreti içindeler. İmralı ise orkestra şefliğini yapmaya çalışıyor, şiddetin dozajını ayarlayarak devleti kıvama getirmeye çaba gösteriyor. Öcalan’ın devleti masada tutmak için elindeki tek araç PKK ve onun silahlı alt birimleri. Sokaklarda çatışmalar başlayınca herkes Öcalan’a koşuyor, o da sözde ‘bilge barış elçisi’ olarak sözde tıkanan süreci açmaya çalışıyor.

Devlet açısından ise alternatifsizlik sürece mahkûm ediyor. Yani çözemiyoruz, bari çözüyor havasını bozmayalım anlayışı var. Her yönden artan muhalefete bir de PKK sorunu eklenirse yönetilemez bir ülke doğar endişesi yetkilileri düşündürüyor.

Bu şartlar altında son birkaç günde yapılan toplantılarda ‘sürece devam’ kararı alındı. Hükümetin bu konudaki şartları ise Geri çekilme tamamlanması ve kamu otoritesinin/güvenliğinin sağlanması. Başbakan Yardımcısı Akdoğan ise “PKK silah bıraktığı takdirde süreç tam yol ilerler” diyor. Bu durumda akla şu soru geliyor, “PKK silah bırakırsa ilerleyecek olan nedir?” Yani PKK silahı bırakmanın karşılığı olarak ne alacak?

HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, eğer bir müzakere yapılacaksa her iki tarafın da beklenti içinde olmasının doğal olduğunu söylüyor ve 6-7 Ekim öncesine dönmek için iki tarafta da irade oluştuğunu iddia ediyor. Demirtaş’a göre burada önemli olan Öcalan’ın ne düşündüğü…

Özetleyecek olursak meselenin özünde hiçbir değişiklik yok. PKK aynı PKK, hatta biraz daha cesaretlenmiş ve kendisine ait devlet kurmak için teşvik edilmiş bir örgüt… Diğer tarafta devlet de aynı… Toplumda ise “süreç biterse biz ne yaparız” korkusu var. Ölümler olmasın da ne olursa olsun diyenler çoğunlukta… Başka bir deyişle PKK’nın kitlesi değil ama toplumun genelinde terörden ve hatta terörle mücadeleden bıkkınlık var, bu da Hükümetin politikalarını etkiliyor. Bu nedenle sürece dönük eleştirileri bazı kesimler sürecin engellenmesi gibi algılayabiliyor. Oysa ki sorunları hakkıyla incelemeden ve çözmeden ezbere gidilecek bir yolun maliyeti mevcut sorunlarınızdan bile daha ağır olabilir. Ertelenmiş sorunlar çok daha büyük bir şiddetle patlayabilir. Bizim burada yapmak istediğimiz de budur, yani sorunların tespiti ve toplumun uyarılması.
Yenişafak

YORUM YAPIN

Yorumlarınız editörlerimiz tarafından okunup onaylandıktan sonra yayına alınacaktır.

YAZARIN DİĞER MAKALELERİ Tümü
BU KATEGORİDEKİ DİĞER MAKALELER