SİYASET

Ardan ZENTÜRK : 'Doğan Grubu' bu kadar önemli mi?

Tarih
16 Şubat 2017
İzlenme
1558 Kişi
“Statüko”yu korumakta kararlı “ana akım medyanın” siyaseti belirleyici gücü olsaydı, 2002 seçim sonucu böyle çıkmazdı. Arkasındaki cılız  medya desteğiyle meydanlardan gelen Recep Tayyip Erdoğan değil, Mesut Yılmaz başbakan olurdu veya en azından, Tansu Çiller’li bir “Anayol” koalisyon formülüyle karşılaşabilirdik. Olmadı.

Aksine, “ana akım medyanın” daha bir kaç yıl önce “muhtar bile olamaz” dediği Erdoğan tek başına iktidara yürüdü, Kılıçdaroğlu’nun bir kaset kumpasıyla parti başkanlığına yürümesini canla-başla destekleyip “Baykal antipatisini” gösteren o medya, Deniz Baykal’ı ikinci parti olarak gördü. Cem Uzan’ın yine aynı medya yapılanmasına meydan okuyarak aldığı yüzde 7.5’luk oy ise, büyük umutlarla desteklenen Mesut Yılmaz ve Tansu Çiller’in siyaset tarihinin arka sayfalarında kalmasına neden oldu.

Diyeceğim şu: Medya, siyasette etkilidir ama belirleyici değildir.

Seçmen, köşe yazıları, atılan manşetler ve TV ekranlarından yayınlanan kumpas yüklü programlara göre değil, yaşadığı dönemin sorunlarına ve bu sorunları kimin daha iyi çözebileceği kaygısına göre karar verir. Seçmen lafa bakmaz, gerçekçidir.

En azından, 2007 cumhurbaşkanlığı seçimi krizinden bu yana Erdoğan, “ana akım medya”nın hedefindeki isim, o ise, girdiği her seçimi kazanıyor, bugün de Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde hemen her hafta muhtarları ağırlıyor, anlamlıdır.

Gazetecilik-siyasi aktivistlik hattı

Kanal D’nin genç ekran yüzü İrfan Değirmenci için üzüldüm. Sabırla çalışarak gazetecilik kariyerini yükseltebilir, yaşam ilkeleri ve düşünceleri doğrultusunda belirleyici kararlar alabileceği noktalara ulaşabilirdi, gazetecilikle siyasi aktivistlik arasındaki o çok ince çizgiyi ıskaladı ve savrulmayı tercih etti. Zaman ona “ortam dağıldığında herkesin dağılacağını” gösterecek, yaşayarak öğrenecek.

Çevresindekiler ondan bir gerçeği saklıyor olabilir, bir meslek ağabeyinin söylemesinde yarar var: Hakkında alınan karar küresel medya uygulamalarına uygundur. Haberin içinde yer alan ekran yüzleri siyasi kanaatlarını paylaşamazlar, bu, medya kuruluşlarında köşe yazarlarına verilmiş bir haktır. Günümüz medya uygulamalarında kurumlar, ekran yüzleri, editörler ve muhabirlerle yaptıkları anlaşmalara facebook, twitter, instagram hesaplarının kontrol edileceği, kendilerine verilen “kurumsal” e-mail hesaplarının da takip edileceği maddelerini koymaktadırlar.

Medya kuruluşlarının sosyal medyanın güçlendiği dönemde bu hassasiyeti haklı ve doğrudur, Türkiye’de dikkat edilmemektedir.

Bakıyorum, iki köşe yazarı twitter üzerinden birbirlerine en ağır kelimeleri kullanarak “saydırmakta”, bu tutum ilgili kurumlar tarafından görmezlikten gelinmektedir. Birbirine söyleyecek bir lafın varsa, köşende yaz, çalıştığın kurumun okuyucuları da faydalansın, di mi?

Gereğinden fazla güçlü göstermek

Aydın Doğan’ın iki de bir çevresinde şekillenen bu tartışmalardan memnun olduğuna inanıyorum. O, gücünün sınırlarını kuşkusuz biliyor ve kendisini olduğundan güçlü gösteren bu tartışmaların medya-siyaset hattındaki varlığını pekiştirdiğini görüyor. Aydın Doğan, 90’lı yılların medya patronu kuşağının son temsilcisi, “duayen” kimlik taşıyor ve kamuoyunda yaratılan güç görüntüsünün büyüsüne kapılarak her biri birer “kibir abidesine” dönmüş yazarlarının ve ekran yüzlerinin halkın siyasi tercihleriyle temaslarının yıllar önce kesilmiş olduğunu bilecek kadar da akıllı bir insandır.

“Hürriyet Dünyası”denilen o yapıda, gerçeklerle ilişkisini kesmeyen tek portre Aydın Doğan’dır, çünkü, oyununu sürdürmeyi başarıyor. Ona, arkasında medya rüzgarı olmadan iktidara yürümüş ve “medyaya rağmen” iktidar gücünü pekiştirmiş bir siyasi hareketin içinde “Doğan Grubu’na bir çakayım” refleksiyle kalem oynatan, TV programları yapanlar da farkında olmadan destek oluyor.

Oysa karşımızda, toplumun 90’lı yılların ortalarında ilk sinyalini verdiği, sonrasında da güçlendirdiği o muazzam “dip dalgayı” görmezlikten gelip, saten gibi sakin denizler arayarak sörf yapmaya çalışan bir medya grubu var. O dip dalgaya hazırlıklı olmadıklarını “411 El Kaosa Kalktı” manşetinde zaten görmüştük, “seçkinci tavırlarıyla” öylece duruyorlar.

Her 10 yıla üçüncü sanayi devriminin 100 yılına eşit değişimi sığdıran bir dönemde, değişmemek, bitkisel hayat demektir.

Dokunmayın, bırakın kendi haline...

Siz esas, yanında yer aldığınız siyasi hareketi iktidara taşıyan o dip dalganın bugün verdiği “değişim sinyallerine” dikkat edin, onun şifresini çözmeye çalışın.

15 Temmuz’da tankları durduran o iradenin önümüzdeki 10 yıla dönük hedef arayışlarının nabzını tutun...

Artık Aydın Doğan’dan “mağduriyet” çıkaramazsınız, geçiniz...

Star
16 Şubat 2017

YORUM YAPIN

Yorumlarınız editörlerimiz tarafından okunup onaylandıktan sonra yayına alınacaktır.

YAZARIN DİĞER MAKALELERİ Tümü
BU KATEGORİDEKİ DİĞER MAKALELER