YAŞAM

Yusuf Kaplan : Bizim de bir Endülüs’ümüz var: İstanbul diye bir di/yâr!

Tarih
31 Ocak 2022
İzlenme
729 Kişi

Önce, henüz “keşfedilebilmiş” küçük bir bilgi: İspanya’da Gırnata’daki Elhamra Sarayı’nın duvarlarına tam on bin (10 bin) şiir nakşedilmiş!

İstanbul ve şehir üzerine düşünmeye tam 10 yıl önce yazığım bir yazımı hafifçe tozunu alarak (arabaşlıklar ekleyerek) devam ediyorum…

ŞEHİRLERİMİZİN İBADETİ

Bu keşif hiç şaşırtmadı beni: Zira şehirle şiir arasında kopmaz bir bağ vardı bizim medeniyetimizde. Bizim medeniyetimizin anıtlaşmış şiirleriydi şehirleri. Her biri, kendince ibadet ediyordu: Yüzü, öteye dönüktü her birinin; ruhu ubûdiyete ayarlı: Gökle yer arasındaki ulvî buluşmanın müşahhas meyvesi ve ifadesiydi şehrin şiiri ve insanının kalbinin ritimleri…

Bizim şehirlerimizi inşa edenler de, o şehirlerde iskân edenler de, şehrin ritmini ibadet eden kalbin ritimlerine ayarlıyorlardı çünkü: Şehrin her bir eseri, her bir bahçesi, her bir sesi, her bir nefesi, her bir çeşmesi, her bir camisi, her bir sebil’i, her bir şadırvanı, o şehrin sâkinlerinin, ilim, irfan, hikmet sahibi kâmil insanlarının, müslüman ticaret erbabının hem ibadetleriydi; hem de ibadetlerinin ifadeleri.

Çünkü bizim şehirlerimizi vareden ruh, ubudiyet ruhuydu: Ubudiyet ruhu, -üstad Sezai Karakoç’tan ilhamla söylersem-, şehirlerimizin de, şehirlerimizde yaşayan insanların da, ufuklarını öteye, ötelerin ötesine ayarlamalarına imkân tanıyordu: Şehirlerimiz de, şehirlerimizde yaşayan insanlar da, hep ötelerin haberleriyle, müjdeleriyle hayatlarını anlamlı kılıyorlar ve böyle idame ettiriyorlardı.

MÜSLÜMAN ŞEHİRLERİ: CENNETİN YERYÜZÜNDEKİ İZDÜŞÜMLERİ

Hakikatin şehirde ete kemiğe bürünerek “Yunus” diye göründüğü bir Itrî, bir Merağî bestesiydi bizim medeniyetimizin şehirleri: Medeniyetimizi vareden, ona anlam veren, ruh katan şiarlarını şuur derecesinde besleyip büyüten, içten içe yeşerten kozmik şarkısıydı her biri: Cennetin yeryüzündeki izdüşümleri…

O yüzden, Avrupa’dan Kurtuba’ya ilim tahsil etmeye gelen Avrupalılar, daha ilk gördüklerinde âşık oluyorlardı şehre.

Kayıtlarda aynen şöyle geçiyordu, Avrupalı öğrencilerin Endülüs’ün bu nadîde çiçek-şehir›leriyle ilgili ilk izlenimleri: “Burası cennetmiş gerçekten, cennet!”

ŞEHİRLERİ VAREDEN RUH VE UFUK

Şehirsiz medeniyet düşünülemez. Ancak şehri düşünen, medeniyetin düşlerini gören o şehre ruhunu veren yüce gönüllü insanlarıdır; ufukları, sonsuzluğun burçlarında gezinen yürek insanları dervişleri, şâirleri, kâtipleri, erenleri, âlimleri, bilgeleri, irfan yüklü, ilim deryası edeb ve sanat erbabı…

Şehirleri şehir yapan, şehirlerden medeniyet çıkaran o şehirleri ve o şehirlerde yaşayan insanları vareden ruhtur: Şehrin insanlarının ruhu ve ufku.

O yüzden, insan, şehrin ruhudur; şehirse insanın hayata ruh üfleyen soluğu ve çocuğu. İnsan varsa, şehir de vardır; insan yoksa, şehir de yoktur.

Günümüzde şehir yok artık: Şehirler öldü. Çünkü insanları öldü şehrin; ruhu yani. Şehre anlam veren, ruh üfleyen, şehri vareden “ulu-çınarlar” yok artık.

İSTANBUL MEDENİYETİ

İstanbul, bir medeniyetti; medeniyetimizin özü ve özeti, kaynağı ve pınarı: Medeniyetimizi yeşerten bir ulu şehri değildi yalnızca; medeniyetimizin tohumlarını, köklerini, özsuyunu, özünü ve sözünü barındıran bir ulu çınarı, başlıbaşına bir medeniyet.

Yeryüzünde başka hiçbir şehre nasip olmayan, benzersiz bir medeniyet.

Yahya Kemal, “Boğaziçi medeniyeti” demişti, İstanbul medeniyetine. Böyle bir şey yalnızca bizim eserimizdi.

Su ile toprak, hava ile ateş, cân olmuş, cânân olmuş, İstanbul’da aynı yola baş koymuş, aynı ruhu terennüm ediyorlar, aynı ilâhî şarkıyı besteliyorlardı. Toprakla suyun, tabiatla tarihin, hakikatle hayatın, insanla ilâhî kaynağın kozmik bir terkibine, şiirsel bir şarkısına, tarihî bir kaynaşmasına tanık olunan bir âyindi yaşanan.

yazının devamı

YORUM YAPIN

Yorumlarınız editörlerimiz tarafından okunup onaylandıktan sonra yayına alınacaktır.

YAZARIN DİĞER MAKALELERİ Tümü
BU KATEGORİDEKİ DİĞER MAKALELER