YAŞAM

Nihal Bengisu Karaca : Hacının ölümü

Tarih
02 Ekim 2015
İzlenme
1578 Kişi

2 Ekim 2015

Ne kadar garip değil mi?

Daha birkaç gün önce, Kurban Bayramı devam ederken 769 kişi Mina’da öldü, 900’ün üstünde kişi yaralandı. Hac farizasını yerine getirmeye çalışan adaylar, şeytan taşlama sırasında ezilerek öldüler. Ve olay daha şimdiden on yıllar öncesinde kalmış gibi.

Neden? Çoktandır oluşmuş bir bilinçdışı var çünkü: Müslüman’sa ölür. Müslüman’ın ölmesi doğaldır.

Mescid-i Aksa baskınında İsrail askerine direnirken ölür. Gazze’de kontrol noktasından geçerken sırtından aldığı kurşunla ölür. Halep’te Esad’ın varil bombası evine düşer, ölür. Orada ölmediyse çoluğu çocuğu gözlerinin önünde katledildiği için muhalif cepheye katılır, direnirken ölür. IŞİD’e biat etmediği için ölür. Irak’a ambargo uygulanır, ilaca ulaşamayan 500 bin Müslüman bebekten biridir, farkına bile varmadan ölür. Somali’de açlıktan ölür. Mısır’da demokratik yollardan iktidar yaptığı liderini barışçıl yollarla korumaya çalışırken; meydanlarda oturup Kuran okurken taranır, ölür. Şeriat rejimi ister ölür. Demokrasi ister, yine ölür. İnsani çözüm için yalvarırken ölür. İnsani çözümün gelmediği yerde İslami çözüme sığınır, “Tek yol cihat kaldı” der, ölür. Myanmar’da çekik gözlü olmadığı için ölür. Bosna’da beyaz ırktan olması kurtarmaz, “Bizimle değilsin” derler, ölür. Ortadoğu’da doğmak lanet sayıldığı için ölür, “O halde Batı’nın kerametine sığınıyorum” der, yollarda şişme botları batar, batırılır, denize dökülür, ölür.

Çünkü hesabını soran yoktur.

Hesabını soran biri çıktığında yargı ve medya eliyle siyaseten ölümü için çalışılır.

Müslümanlar, Müslüman olmayan birilerini öldürürlerse medyada hakiki bir yer kaplarlar. O yer de daha önceden kendilerine ayrılmış olan yerdir: Terörist, fanatik ya da barbar standı.

Birbirlerini öldürmeleri ya da birbirlerinin hataları yüzünden ölmeleri sorun ya da haber değeri teşkil etmez. Adi vakadır, hatırlanmaz.

Lenin’e atfedilen “Bir kişinin ölümü trajik, milyonlarca insanın ölümü istatistiktir” sözünü Müslüman toplumlar için uyarladığımızda şu sonuca varırız: Müslümanların ölümü istatistiğin alanı bile değildir ve ancak Batılı çıkar, menfaat ya da argümanları destekleyecek bir ölüm, saldırı ya da yaralanma “hikâye” edilmeye değerdir.

Kız çocuklarının eğitim hakkını savunduğu için Taliban tarafından başından vurulmuş Malala Yusufzay dünya çapında tanınan bir figür haline getirilir ve Nobel Ödülü ile taltif edilirken, sırf Mursi’ye yakın bir adamın kızı olduğu için çocuk denecek yaşta Sisi’nin adamları tarafından uzaktan hedef alınarak öldürülen Esma Biltaci’nin hikâyesi hiçbir Batılı gazete için iyi bir “hikâye” değildir. Çünkü Esma, Batı’nın yarı açık yarı gizli “asimetrik Haçlı seferini” tamamlaması için binilecek kullanışlı bir at değildir.

Müslüman’ın canı kıymetsizdir, ölen hacı ise daha da kıymetsizdir.

Zira İran ortaya enteresan iddialar atar. Konuyu mezhepçiliği yüzünden siyasallaştırmak ve ontolojik Suud düşmanlığını pekiştirmek için kullanmaya yeltenir. O öyle yapınca mesele hızla devletler arası, mezhepler arası bir boyut kazanır. Batılı küresel aktörler “Aman bu topa girmeyelim, hem bize ne?” derler. Suskunluk artar.

“Ehli sünnet ve’l cemaat”in görünmez yalnızlığı ve sahipsizliği başlar. Gün gibi ortaya çıkar çaresizliğimiz.

Postmodern Haçlı seferinin İslam dünyası diye bilinen yerdeki saçmalıkları, cehaleti, kaba sabalığı eleştirmeyi, hesap sormayı engelleyen bir koruma temin etmesidir o çaresizlik.

25 yılda 3500 can almıştır Hicaz. Şimdi bir bakan istifa ettirildi diye sevinmektir çaresizlik.

“Suudi Arabistan bu işi yapamıyor” dersek daha şedit, daha melun, daha hayırsız birilerinin ekmeğine yağ süreceğimizi bildiğimiz için kederimizi kalbimize gömmeyi marifet sanmamızdır çaresizlik.

“Sabotaj olabilir mi?” filan diye yol yapmaya çalışırız. Oysa biliriz, hac ibadeti Suud yönetimi tarafından başlı başına “sabotaj” olarak kurgulanmaktadır.

Suudi Arabistan petrol çıkarırken, varillerken, dolaşıma sokarken ve gelirini çatır çatır yerken hiç kaza olmaz. Ama Hicaz bölgesinde sürekli “kaza” olur.

Kötü haber şu ki, ulus ötesi beynelmilel bir “ümmet” anlayışımız, ümmet hukukunu gözeten; devlet dışı, sivil ama güçlü dayanışma ve izleme örgütlerimiz olmadığı sürece olmaya da devam edecektir.

Habertürk

YORUM YAPIN

Yorumlarınız editörlerimiz tarafından okunup onaylandıktan sonra yayına alınacaktır.

YAZARIN DİĞER MAKALELERİ Tümü
BU KATEGORİDEKİ DİĞER MAKALELER