GÜNCEL

İsmail Kılıçarslan : O sonsuz ıssızlıkta

Tarih
22 Ağustos 2015
İzlenme
4257 Kişi

26 Temmuz 2015

12 yaşındaydım o yaz. Demek sene 88 olmalı. Şimdi 2015. Demek çok yaşlanmışım.
Babam yepyeni bir arabayla döndü eve. Sarı renkli, yenilik kokan sıfır bir station Toros. 'Tatile bununla gideceğiz' deyince dünyalar benim oldu. Yeni, sarı bir araba ve uzun sürecek bir tatil. Plan şöyleydi: 'Adana, Mersin, Kıbrıs, Birecik ve son durak olarak da Adıyaman Menzil.'

Ertesi sabah biz üç erkek çocuk dizildik arabanın arka koltuğuna. Sonsuz uzun yollardan gidiyoruz. Arada bir mola vermek için duruyoruz. Mola verdiğimiz hemen her yerde babamı tanıyorlar. Hatta yediğimiz yemeklerden para almıyorlar. Babam yol kenarı lokantalarında çok popüler. Nedenini soruyorum. 'Otobüsle geçiyoruz ya buradan sık sık, ondan' diyor. 'Anladım' diyorum. 'Anlamadın' diye cevap veriyor babam. 'Yolcularıyla durduğunda bu tesisler otobüslerin şoförlerine yemekleri ikram ederler. Şimdi de tanıdık olduğumuz için para almadılar.'

İçinde Gloria Estafan, Tiffany, INXS, George Michael gibi isimlerin şarkılarının olduğu karışık kasetimi koyuyorum. Önlü arkalı dinliyoruz. Ardından babam 'bir de benim türkülerden dinleyelim' diyor. Tabii ki Neşet Ertaş ve tabii ki 'bilemedim kıymetini kadrini…' 'Sanki bu türkü bu yola George Michael'dan daha çok yakışıyor' diye mi düşünmüştüm dinlerken yoksa 'aman, babam da müzikten hiç anlamıyor' diye mi, hatırlamıyorum. Fakat şunu hatırlıyorum: Neşet baba 'hata benim, günah benim, suç benim' diye söylerken bir derin sessizlik oluştu arabada. Yolda bizimkinden başka bir araba kalmadı. Dışarda yaprak kımıldamaz oldu. Sanırım hayatımın ilk 'ıssızlığı'nı böyle yaşadım.

Adana belli belirsiz bir rüya gibiydi. Babamın asker arkadaşları, yaşıtım yeni arkadaşlar, muhteşem yemekler, lunapark, Tekir yaylası…

Mersin'den feribota bindik. Bir kamaramız vardı, fakat ben neredeyse tüm geceyi dışarda bir sotede o sonsuz ıssızlığı seyrederek geçirdim. İkinci ıssızlığımdı ve muazzamdı. Kelimelerle tarif edilemeyecek kadar ıssızlık. Babamın paketinden ustalıkla çaldığım o tek dal sigarayı 'gören var mı acaba' diye sağa sola bakınarak güçlükle yakıp öksüre tıksıra içecek kadar ıssızlık. Öksürüğün bozduğu, sigaranın ucundaki ateşin tamir ettiği bir ıssızlık…

Kıbrıs'tan geriye iki küçük anı dışında hiçbir şey kalmamış zihnimde. İlki, dergâhına gittiğimiz Nazım Kıbrısi'nin bana verdiği bisküvinin enteresan, daha önce hiç tatmadığım lezzeti. İkincisi ise gece iki saat boyunca oturup denizi izlediğim sahil. Bildiniz, bu üçüncü ıssızlıktı. Fakat gemideki gibi değil. Hemen arkamdaki otelden gürültüler, müzik sesleri geliyordu. Arada bir birileri gelip geçiyordu önümden, arkamdan. Yine de ıssızlıktı. Sesli, gürültülü bir ıssızlık bu sefer… Sanki dünyada deniz, kumlar ve ben kalmışım gibi. Ve sanki o anda yaşadığım andan başka bir an olamazmış gibi.

Birecik'ten akşam çıktık yola. Menzil köyüne yaklaşık 3 saatimiz vardı. Işıksız, daracık yollarda akıyorduk. Babam ve ben hariç herkes uyuyordu. Babam 'bu benzin bizi Menzil'e götürür mü?' diye sordu kendi kendine. 'Götürmezse al baba bir yerden' dedim. 'Olmazsa alalım bir yerden' dedi. Nice sonra bir benzinlik gördük. Babam arabayı iyice yavaşlattı. Benzinliğe girecekken durmayıp devam etti. 'Niye girmedin benzinliğe' dedim. 'Issızdı' dedi. 'Anladım' dedim.

Bu sefer gerçekten anlamıştım: Babam 'korkutucu' demek yerine seçmişti 'ıssız' kelimesini. Yine de dağ gibi adamın niçin korkmuş olabileceğini anlamadım. Babama sorabileceğim doğru soruyu, ancak sonraki 'ıssız olmayan' benzin istasyonunda bulabildim. 'Niye çekindin ki baba?' dedim. Babam, kendisinden para alan pompacıya 'doğru söylüyorsun, bu terör belası en çok sizi vurur' dedikten sonra dönüp 'ne dedin, duymadım' dedi bana. Öylece baktım. O da öylece bana baktı. 'Hadi daha epey yolumuz var' diyerek arabayı işaret etti.

Issızlığın tam ortasındaydım bu sefer. O sonsuz ıssızlığın tam ortasında. Kafamı cama dayayıp karanlık tarlalarda bir şeyler aradım. Bulamadım. Nice sonra cevap Neşet Ertaş'tan geldi: 'Niye çattın kaşlarını, bilmiyom yar suçlarımı.'
Neşet babanın bozlaklarındaki 'yar' kelimelerini 'memleket' kelimesiyle değiştirdiğimizde bir anlam kaybı yaşanmayacağını anlamama nerdeyse 20 yıl vardı daha…

Yenişafak 

YORUM YAPIN

Yorumlarınız editörlerimiz tarafından okunup onaylandıktan sonra yayına alınacaktır.

YAZARIN DİĞER MAKALELERİ Tümü
BU KATEGORİDEKİ DİĞER MAKALELER