KÜLTÜR/SANAT

İsmail Kılıçarslan : Diriliş mi Filinta mı?

Tarih
07 Ocak 2015
İzlenme
5794 Kişi

6 Ocak 2015

İyi bir dizi izleyicisi olduğumu söyleyebilirim. Ve biliyorum sevgili okur. Sen asla dizi falan izlemezsin. En fazla kahve içip belgesel izlersin. O yüzden sözüm sana değil, dizi izleyen diğer okurlara. 

Kuruluş ve Küçük Ağa gibi birinci sınıf TRT dizileriyle başladım dizi izlemeye. ‘Keşke sadece onlarla kalsaydı bu dizi işi’ dediğim çok olmuştur. 

Süper Baba, Bıçak Sırtı, Hırsız Polis, Yeditepe İstanbul, Sultan Makamı, Ezel’in birinci sezonu gibi eli yüzü düzgün, meselesini genel geçer drama kurallarıyla anlatabilen nadir örnekleri saymazsak ‘Türk dizisi’ dediğimiz şey bir rezaletler galerisidir.

İki husus çok etkili olmuştur Türk dizilerinin bu rezil halinde... Birincisi, ‘dizi’ denilen şeyi uluslararası standartlarda yapmaya yanaşmayan, kendi kurallarını dayatan sektör. İkincisi, televizyonların dizileri ‘sıfır risk paylaşımı’ yöntemi ile yapmayı alışkanlık haline getirmesi.

Ne demek bu? Şu demek. Hani bizim ayıla bayıla izlediğimiz Amerikan dizileri var ya. İşte onlar sezonluk olarak çekilir. Televizyonlar da bu dizileri parasını çatır çatır ödeyip sezonluk olarak alır ve yayınlarlar. Dolayısıyla dizi rating almazsa en fazla sonraki sezonuna devam edilmez. Yani ticari risk yapımcı ile yayıncı arasında neredeyse eşit olarak paylaşılır. Türkiye’de ise dizisini proje olarak getiren yapımcı firmanın dizinin üçüncü bölümünü görme garantisi yoktur. Yayıncı kuruluş hiçbir ticari risk almadan yapımcıyı kölesi gibi görür ve kullanır. Böyle olunca da ‘çılgın rating yarışında saçmalamanın dibini bulan Türk dizileri’ne mahkûm oluruz izleyici olarak. Çünkü zaten saçma sapan bir ölçümlenme ile tespit edilen rating dediğimiz şey son derece ikircikli ve kuşkulu bir meseledir.

İsim verip rencide etmeyelim. Yazdığı diziler hep çok izlenen bir senariste ‘ratinglerimiz hafif düşüyor’ denildiğinde verdiği cevap hep aynı olur: ‘Tamam. Bakın bakayım kim kiminle yatmamıştı?’

Devam etme garantisi olmadığı için stoklu çalıştırılmayan senaristlerin 100 dakikalık bir bölüm senaryosu yetiştirmek için genellikle 6 günleri vardır. Yönetmenlerin de 100 dakika çekip kurgulamak için... Bu yapım şartlarında ‘kalite’ beklemenin hayal olduğunu söylememe bilmem gerek var mı?

Neyse. Meseleme geleyim. ‘Eh, bu sezonda da dizisiz kaldık. Allah Walking Dead’le True Detective’e zeval vermesin’ dediğim bu sezonda TRT, şahane 2,5 işle çıktı karşıma.

Bu şahane işlerden biri Diriliş-Ertuğrul... Sağlam bir senaryo, iyi bir dramatik akış, ortalamanın çok üzerinde bir sanat yönetmenliği ve çok iyi bir reji ile ‘ulan budur’ dedirten bir iş oldu Ertuğrul. Bakmayın siz bir takım hocaların ‘ama tarihsel gerçekler’ falan diye itiraz ettiğine. Hakkında neredeyse hiçbir şey bilmediğimiz bir dönemi bizim için ‘anlaşılır ve izlenebilir’ hale getirmiş bir iştir bu dizi. Hadi şöyle söyleyelim: Haremden çıkamayan ve kadınlar karşısında pespaye hale gelen Kanuni nire, at sırtında olması gerekeni olması gerektiği gibi yapan Ertuğrul Gazi nire?

Niçin bunca başarılı Diriliş-Ertuğrul? Bence iki basit gerekçesi var. Birincisi, 3 sezonu kağıt üzerinde şimdiden hazır olan böylesi bir işin arkasında aslanlar gibi durma başarısı gösteren TRT yönetimi. Başta Genel Müdür Şenol Göka ve Genel Müdür Yardımcısı İbrahim Eren olmak üzere TRT yönetimini kutlamak lazım. İkincisi ise, diziyi ratinge göre yapmak yerine ratingi diziye göre yapan cesur yapım ekibi. Basmakalıp Türk dizisi senaryosuna güvenmek yerine kendi senaryosunun ratingde de ezilmeyeceğine inanmak, az bir başarı değildir.

Diğer iş ise Filinta... Özellikle görselliği muhteşem olan bu Osmanlı polisiyesi de kendi izleyicisini hemen oluşturmuş durumda. Osmanlı’nın son dönemine biraz da bugünle paralellik kurarak oldukça ‘serbest’ biçimde bakmayı başarıyor Filinta. Eminim ki konu dal budak saldıkça senaryosu daha da rahatlayacak. Tabii, dizinin aksiyon sahnelerinin Diriliş-Ertuğrul ile yarıştığını da ifade etmek lazım.

Son olarak ‘buçuk’ dediğim dizinin adını da vereyim: Yeşil Deniz. Had safhada özlediğimiz sahici bir kasaba öyküsü Yeşil Deniz. Sadece zaman zaman basmakalıp olandan sıyrılamaması onu ‘buçuk’ olarak tanımlamamı gerektiriyor. Yoksa bu ‘sadıç’larda çok iş var.

Netice olarak diyebilirim ki... Bence TRT’deki zihniyet devriminin meyvelerini TRT1 ve TRT Haber özelinde görmeye başladık. Fakat mesele TRT1 ve TRT Haber ile bitmiyor. Özellikle önem verilmesi, farklı desteklerle güçlendirilmesi gereken Kürtçe ve Arapça kanallarında da şahane şeyler olacak gibi. Zira gördüğüm, anladığım kadarıyla TRT yönetiminde bu irade fazlasıyla mevcut.

Tabii, TRT İngilizce de var sırada. Lakin yerim bitti. Bir kez yazdığım bu hayırlı işi belki bir kez daha ve ayrıca yazarım.

Ne diyordu Pasternak: ‘Bu sefer olacak yeğenim. Anadolu Ajansı, TİKA, Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı gibi gurur duyduğumuz kurumların yanına TRT’yi de eklememize az kaldı.’

Yenişafak

YORUM YAPIN

Yorumlarınız editörlerimiz tarafından okunup onaylandıktan sonra yayına alınacaktır.

YAZARIN DİĞER MAKALELERİ Tümü
BU KATEGORİDEKİ DİĞER MAKALELER