DÜNYA

Nedret Ersanel : İran PKK’yı neden vurdu?

Tarih
08 Şubat 2024
İzlenme
852 Kişi

Önce Irak geldi. Bol katılımlı, teşekküllü, şümullü görüşmeler yapıldı. Ardından İran Cumhurbaşkanı geldi. Burada da hayli uzun, önceden çalışılmış oturumlar gerçekleşti. Arada Kazakistan’da Astana toplantısı yapıldı. Şimdi 12 Şubat’ta Rusya Devlet Başkanı geliyor. Bir ‘tur’ var ortada ve hatırlayalım, temas aralarında Türkiye hep sıra dışı terör saldırılarına uğradı…

Putin’in müstakbel ziyaretiyle birlikte Batı’nın radarlarını açtığını görüyoruz. Hem ABD’den hem BM’den gelen ince ayarlı açıklamalar, “Rusya’yı doğru yola sevk edecekse tabii görüşülebilir, biz de takip ediyoruz” mealindeydi…

Irak’la oturulan masada ‘Refah’ Yolu da vardı ama Ankara açısından tüm görüşmelerin ilk sırası terörle mücadeleye ayrılmıştı. Şimdi Putin gelecek ama bu sırada zaten karışık bölgede yeni bir gelişme yaşandı; ABD’nin, Irak- Suriye-Ürdün köşebendindeki üssü, daha doğrusu uzantısı olan ‘22 no’lu kule’ saldırıya uğradı, Amerikan askerleri öldü…

Ardından, özellikle Irak ve Suriye’de misilleme saldırıları başladı ve İran taşeronu yapılar Amerika tarafından vurulmaya başladı. Karşılığı da geldi, Amerikan üsleri vurulmaya devam etti. Sonuncusu da Suriye-Deyrizor’da bulunan, ABD güçleri konuşlu ve PKK/ YPG’li unsurların bulunduğu yerde gerçekleşti, 6 teröristin öldüğü açıklandı. Sadeleştirirsek, İran, PKK’yı vurmuş oldu!

‘İster istemez, Erdoğan- Reisi görüşmesinin çıktılarından biri olabilir mi’ düşüncesi tartışılmaya başlandı. Öyledir-değildir bilmek şimdilik mümkün gözükmüyor ama ‘sahaya bakarak anlarız’ diye yazdığımız anımsanacaktır…

 Hakan Fidan'dan Yunanistan, F-16 ve F-35 değerlendirmesi

ABD-İRAN ARASINDA ‘KONTROLLÜ GERGİNLİK’ NE DEMEK?

Geçtiğimiz Pazar akşamı Dışişleri Bakanı Sayın Hakan Fidan’ın bir haber kanalına verdiği röportaj, cari/aktüel konular üzerinde Türkiye’nin nasıl durduğuna ilişkin genel politikaları özetledi…

Bunların içinde, Ortadoğu’da ABD ve İran’ın ‘kontrollü bir gerginliği” paylaştığına ilişkin yaklaşım incelenmeyi hak ediyor…

Üç ABD askerinin ölmesiyle gelişen süreç, İsrail-Gazze krizinin üzerine geldiği için savaşın bölgenin tümüne yayılabileceğini ilişkin kaygıyı ayrıca besliyor. Türkiye de bundan kaygılı…

Tahran ve Washington’un savaşın bölgeye yayılmaması üzerine bir zımni mutabakat içinde olduğu yeni bilgi değil. Öyle ki, hem İsrail’in giriştiği soykırım sürecinin başında hem de ABD kulesine yönelik atağın ilk anlarından itibaren iki ülke de bunun altını özenle çizdi. Hatta ABD, Irak ve Suriye’deki taşeron örgütleri vurduğu an, “İran’ı vurmayacağız” diye açıklama yaptı. Bu ‘karşılıklı konuşma’ örtülü anlaşma anlamına geliyor…

Ankara açısından bu hal iç rahatlatmıyor; taraflar ‘stratejik yayılma’dan ne kadar uzak durmak isterlerse istesinler, bütün bölge açık uçlarla dolu. Bir anda kısa devre yapması, alev alması mümkün…

Bu işin bir yönü. Diğer tarafta, Türkiye’nin terörle mücadelesinde artık aleni/ resmi boyuta yükselmiş KYB meselesi duruyor. PKK ile ilişkisi müdahale gerektiren gerçeklikten söz ediyoruz. ‘Aşamalı’ yaklaşımın ‘son ayağına’ yaklaşılmış görünüyor. KYB’nin Ankara açısısından ‘düşman’ tarifine geçtiği söylenebilir…

KYB-Türkiye açısından durum bu iken KYB-İran ilişkisi-bu resmi ağızlardan açıkça söylenmiyor ama-herkes tarafından dile getiriliyor. Böyleyken, Sayın Fidan’ın, “İran-ABD arasında yürütülen kontrollü gerginlik”ini sadece bölgesel yayılımdan endişe bağlamında mı ele almalıyız?

Kuşkusuz, Türkiye karşıtı ve PKK paydasında buluşan bir ortaklık ifadesi bugün için ileri sayılır. Ancak ifadenin zikri içinde Ankara-Tahran ilişkilerinin niteliği üzerine düşünme ihtiyacı bulunuyor. Ankara’da gerçekleşen Reisi-Erdoğan görüşmesinin nasıl geçtiğine ilişkin ‘menfi’ bir okuma, Fidan’ın açıklamasına dahil edilebilir mi?

Ya da açılış sorumuz, İran’ın PKK’yı vurmuş olması, Ankara-Tahran arasında bir anlaşmasının çıktısı sayılabilir mi?

Putin’in ziyaretiyle birlikte, Suriye denkleminde terörle mücadele ve bölgede yaşanan kaos özelinde Amerikan varlığı daha çok tartışılmaya başlanacak. Bu da pek gerçekçi görünmeyen ABD’nin bölgeden çekilmesi/azalması konusuyla birleşecek. Terörle mücadele özelinde yeni pota oluşturacak. Nihayetinde yeni harekât beklentisinin hayat bulup bulmayacağıyla birleşecek.


‘AVRUPA BIRLIĞI’ BIZE SORULACAK KONU DEĞIL!

Bakan Fidan’ın yakıcı günlük gelişmeler kadar, fırsat bulursa, ‘jeopolitik/ stratejik/entelektüel’ tartışmalara daha şevkle yaklaştığı, bundan keyif aldığı hissediliyor. Bir örneğini AB konusunda yaşadık…

AB’den duyulan müspet herhangi açıklama Türk basını tarafından hâlâ coşkuyla karşılanıp manşetlerden görülüyor…

Mesela, AB Dışişleri Bakanı (diyebileceğimiz) Borrell’in son, “Türkiye ile ilişkilerimizi iyileştirmemiz gerekiyor” mealindeki açıklaması da yine “yarın üye olabiliriz” ruhuyla büyütüldü. Oysa aynı konuşmanın sonunda yöneltilen vize meselesine, “bilmiyorum nasıl olacak” yanıtına el sürülmedi. Bugün Türkiye-AB ilişkilerinin tarifi tam budur; “bilmiyoruz nasıl olacak”…

Bakan Fidan ise Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği gerçekleşseydi Avrupa’nın kazanacaklarını listeledi…

Bir, Brexit olmazdı, İngiltere AB’de kalabilir ve benzer “exit” arayışlarının önüne geçilirdi. İki, Atlantik-Avrupa ilişkilerinde daha bağımsız hareket edebilirlerdi. Üç, Ortadoğu ve Afrika’da problemli alanların önünü alabilirlerdi. 

yazının devamı

YORUM YAPIN

Yorumlarınız editörlerimiz tarafından okunup onaylandıktan sonra yayına alınacaktır.

YAZARIN DİĞER MAKALELERİ Tümü
BU KATEGORİDEKİ DİĞER MAKALELER