TARİH

Murat Bardakçı : Alık turisti “Türk kanı dökme” gösterisi ile eğlendirmek

Tarih
24 Eylül 2018
İzlenme
1515 Kişi

Gazetelerde belki okumuşsunuzdur: Ürdünlü turizm şirketlerinin aklına turistleri eğlendirmek için parlak mı parlak bir fikir gelmiş, çölde film platosunu andıran bir mekân yapmışlar ve Birinci Dünya Savaşı sırasında Arap dünyasını bize karşı ayaklandıran Thomas Edward Lawrence’in ve Mekke Emîri Şerif Hüseyin’e bağlı isyancı birliklerin askerlerimize pusu kurup onbinlerce Mehmetçik’i şehid etmeleri tiyatro gibi gösteriliyormuş!

Bu utanç komedisini izleyen Batı’nın ebleh turistleri mutlaka zevke gelmiş ve “Gud, gud, veri gut, hav nays, vandırful!” diye haykırmışlardır!

Lawrence’in kimin nesi olduğunu bilirsiniz… Tarih ve edebiyat sahasında aslında oldukça üst seviyede bir entellektüeldir, önemli eserler kaleme almıştır ama ortalığı karıştırmaya pek merak duyduğu için etrafı kışkırtıp birbirine düşürmeyi vazife edinmiş ve Arap isyanının başta gelen aktörlerinden olmuştur. 

1917’den itibaren Arap Yarımadası’nın, Filistin’in ve Suriye’nin elimizden çıkması ile neticelenen Şerif Hüseyin ile oğullarının öncülük ettiği isyan da aslında Lawrence’in eseridir…

Türkiye’de son senelerde ortaya garip bir iddia atıldı ve kıt’a Arabistanı’na hissettiğimiz hayranlık gittikçe arttığı için etrafı “Arap İsyanı diye bir şey yaşanmadı, Şerif Hüseyin’in ayaklanmasını bütün Araplar’a mâletmek yanlıştır, ‘isyan’ denen hadise ufak bir grubun başkaldırısıdır” gibisinden zırvalar kapladı… Üstelik bir müddet öncesine kadar Arap isyanının aleyhinde söylemediklerini bırakmayanlardan bazıları da modaya uyup “Tamam, isyan var ama aslında yok, Şerif’in adamları bize karşı başkaldırdılar fakat böyle yapmadılar” diye saçmalamaya başladılar…

Arap İsyanı’nın ufak bir grubun eseri olduğunu iddia edenler bu tuhaf iddiaları ile devrin Türkiyesi’ni kendini korumaktan âciz, birkaç çapulcunun başkaldırısını bile bastıramayacak derecede çaresiz ve beceriksiz bir seviyeye indirdiklerinin farkında bile değildirler!!

İSYAN BİLDİRİSİNDEN BÖLÜMLER…

Aşağıda, isyanın liderliğini yapan Mekke Emîri Şerif Hüseyin Bin Ali’nin, 1916’nın 27 Haziran ve 9 Eylül’ünde yayınladığı isyan bildirilerinden bazı bölümleri naklediyorum:

“…Saltanatın payitahtında çıkan İçtihad isimli gazete, Hazret-i Peygamber Sallâllahü Aleyhi ve Sellem’in hayatını -Allahım sen bizi muhafaza eyle- en şerli bir hayat olarak ifade etti. Bu iş veziriâzamın, şeyhülislâmın, sâir ulemânın, vüzerânın ve âyânın gözleri önünde, kulaklarının dibinde oldu. Bu cür’ete ilâveten Allah Teâlâ’nın “Erkeğe, kadının payının iki misli miras vermenizi emreder” ayet-i kerimesinin hükmünü ilga suçunu da işlediler ve mirasta erkek ile kadını bir tuttular. Bu iki günahı en büyük bir başka günahla üçlediler ki, o da Islâm’ın şartlarından olan Ramazan orucunun yerle bir edilmesidir. Meselâ, Mekke’de, Medine’de veya Şam’da bulunan askeri Rus hududunda savaşan askerlere benzetmek gerekçesiyle Ramazan’da oruç tutmama emri verdiler ve “Sizden kim hasta yahut yolcu olursa” ayet-i kerimesinin açık-seçik olan mânâsına muhalefet edecek sözler uydurdular. Bundan başka, İslamî esasları haleldâr eden, cezası gayet açık suçlar işlediler.

…Dine ve Araplar’a karşı kalplerinde neler beslediklerinin delîli olarak Allahu Teâla’nın “evim” diye nitelediği, “tavaf edenler için evimi temiz tut” buyurduğu, Müslümanlar’ın kıblesi, muvahhidlerin Kâbesi olan Beytullah’a, memleketin istiklâli için girişilen kıyam sırasında Ecyad Kalesi’ndeki toplarından attıkları iki gülle kâfidir. Bunlardan biri Hacer-i Esved’in yaklaşık biraz üstüne, diğeri ise yine biraz uzağına düşmüş, Kâbe’nin örtüsünü tutuşturmuş, binlerce Müslüman ateşi söndürebilmek için haykırarak, ağlaşarak koşuşturmaya başlamışlar, Kâbe’nin kapısını açmaya ve üstüne çıkmaya mecbur kalmışlardır. Mesele bununla da bitmemiş, bu iki top atışına Makam-ı İbrahim’de bir üçüncüsünü ilâve etmişler, öncelikli hedef kabul ettikleri Mescid’in geri kalan yerleri de top ve tüfek atışlarından payına düşeni almıştır. Aynı mescidde daha hâlâ hergün üç-dört kişiyi öldürmek-tedirler ve insanların Beytullah’a yaklaşmaları imkânsız haldedir. Bunda da Beytullah’ı hafife alma, ona gerekli değeri vermeme, hürmet etmeme vaziyeti mevcuttur.

“…bu husus,Osmanlı memleketlerindeki Müslüman kardeşlerimiz ile dünyanın diğer ülkelerindeki diğer kardeşlerimize bir ders olması ve bu zâlimlerin elde edecekleri bir şöhret veya alacakları maaşlar için Allah’ın mahremiyetine tecavüz etmelerine ve emirlerine aykırı harekette bulunmaya cesarete devam etmelerine sebebiyet vermemeleri için bir ibret teşkil etmektedir. Allah’a isyan eden mahlûklara itaat edilmez! Allahu Teâlâ’nın kendilerine bu münkirleri değiştirebilecek kuvveti vermiş olduğu kimseler eli ile, dili ile veya kalbi ile bunlara karşı hemen harekete geçmeli, bu işe bu mütegallibe zümresinin cür’etine karşı koyacak imkânlara sahip olan kimseler de katılmalı. Bu sözlerin dinlenip ona göre hareket edilmesini Allah’dan niyaz eylerim”. 

Şerif Hüseyin’in iddiaları İstanbul’daki yönetici sınıfın önde gelenlerinin peygambere hakaret ettikleri, İslâm şeriatini değiştirdikleri, askere oruç tutmayı yasakladıkları ve Kâbe’yi top ateşine tuttuğumuz gibisinden aslı-astarı olmayan palavralardır. Bildirilerinde bu kadarla kalmayıp daha başka mesnedsiz iddialarda da bulunan Şerif Hüseyin bütün bu yalanları kullanarak isyan ettiğini duyurmakta ve Türk idaresi altındaki diğer Müslümanlar’ı da başkaldırmaya çağırmaktadır!
Bugün hem Türkiye’de, hem de Ortadoğu’da yaşanan birçok sıkıntının temelinde Birinci Dünya Harbi’ndeki bu isyan ve uğradığımız büyük yenilgi yatar…

BİR FİLM VE BİR KİTAP…

1962’de çevrilen ve başrolünü İrlandalı aktör Peter O’Toole’un oynadığı “Lawrence of Arabia” yani “Arabistanlı Lawrence” filmini seyretmeniz bile o senelerde başımıza açılan derdi anlamanıza kâfi gelecektir. Hele, “Bunlar altınlarını yutmuş olabilirler” gibisinden sapıkça düşünceye kapılan gözü dönmüş Bedevîler’in Şam’daki askerî hastahanede yatan yaralı askerlerimizin karınlarını hançerleri ile delik-deşik ettikleri o sahne…

İkna olmadınız mı? “Arabistanlı Lawrence” filminin ardından Şerif Hüseyin’in oğlu ve bugünkü Ürdün Hanedanı’nın kurucusu Kral Abdullah’ın hatıralarının bir bölümünü teşkil eden ve Türkçesi “Klasik Yayınları”ndan çıkan “Biz Osmanlı’ya neden İsyan Ettik?” isimli kitabı da okuyun…

Bundan sonra da hâlâ “Araplar bize karşı isyan etmediler” terânesini tutturmuş olanların safında kalırsanız, elimden “Allah size akıl, fikir ve hidayet nasip etsin!” demekten başka bir iş gelmez!

YALAN TARİH YAZMA HEVESİ

Tekrar söyleyeyim: Arap isyanı bir hakikattir ve silâhlı mücadelenin yanısıra fikrî alanda da bize karşı girişilip muvaffak olmuş büyük bir başkaldırıdır! Savaş senelerinde az da olsa bazı Arap subaylar ile kabileler gerçi İstanbul’a sadık kalmışlardır ama elden çıkan topraklarda onbinlerce askerimizin can vermelerinin sorumluluğu, bugün birilerinin “mevcut olmadığını” iddia ettikleri isyanın aktörlerine aittir.

Devletler arasında geçmişte yaşanmış böyle düşmanlıkların ve çekişmelerin sonsuza kadar devamı tabii ki gereksizdir ama şu tuhaflığa bakın: Ürdünlü turizmciler gelen birkaç turisti eğlendirebilmek maksadıyla isyancıların şehid ettikleri Mehmetçik’in hatırasını ayaklar altına alıp rûhunu muazzep eden utanç dolu bir tiyatro sergilemekle meşgul olurken bizdeki aklıevveller de mazideki felâketleri gizleyerek yeni, bambaşka ama baştan başa yalan bir tarih yazmaya kalkışıyorlar!

yazının kaynağı

YORUM YAPIN

Yorumlarınız editörlerimiz tarafından okunup onaylandıktan sonra yayına alınacaktır.

YAZARIN DİĞER MAKALELERİ Tümü
BU KATEGORİDEKİ DİĞER MAKALELER