30 Eylül 2014...'Batı ve ABD'nin, Müslümanları zulümden kurtarmak için geldiğini sanmayın. Esed, üç yıldır Sünni halkın başına ölüm yağdırdı, esarete mahkûm etti, işkence yaptı, kimyasal silahla saldırdı. Ölü ve yaralı sayısı 1 milyona ulaştı. Bu Batı'nın sözünü ettiği uluslararası barış ve güvenliği tehdit etmiyor muydu?'
Bu sözler, Nusra Cephesi lideri Muhammed el-Culanî'ye ait. 1,5 yıl kadar önce IŞİD, Nusra'ya büyük bir operasyon çekmiş, sahip oldukları silah ve insan gücünün büyük bölümüne -doğru tabirle söyleyelim- 'çökmüş'tü.
O operasyon sonrası Suriye'de hızla güçlenen IŞİD, Nusra da dahil olmak üzere Suriye'deki tüm direniş gruplarıyla çatışmaya girdi. Birinci sınıf komutanları ve savaşçıları önce tekfir, ardından şehit etmekte hiçbir beis görmedi.
O yüzden Nusra komutanı el-Culanî'nin söyledikleri çok önemli.
Niçin? Şu iki sebepten...
Birincisi, kısa bir süre önce Suriye'de IŞİD, diğer tüm direnişçi gruplara yönelik tavrını değiştirdi. Müzakereler yapmaya, alıkoyduğu esirleri salıvermeye başladı. Dolayısıyla Suriye ve Irak'ta koalisyon güçlerinin umut ettiği 'IŞİD dışındaki direniş grupları bizimle hareket eder' cümlesi koca bir yalandan ibaret olabilir. IŞİD, baş döndürücü bir hızla her iki ülkedeki direniş gruplarını konsolide edebilir.
Zemin ve şartlar bu konsolideye çok uygun. Zira gerzek Amerika, her zaman yaptığını yapıyor. 'Horasan grubu' isminde bir hayalet örgüt üretip Nusra, Ahrar, Liva gibi IŞİD dışı tüm direniş örgütlerini de vuruyor. Eh, bizatihi kendisini vuran bir ülkeyi mi seçer bu gruplar, yoksa son günlerde kendisiyle ilişkilerde beyaz sayfa açan IŞİD'i mi?
İkincisi ve daha da önemlisi şu... 1990'ların başından beri 'terörle mücadele' adı altında Müslümanları 'ötekileştiren', dünyanın dört bir yanında Müslüman kanı akıtan Amerika, 'büyük şeytan' olarak kodlanmış durumda zihinlerde. Afganistan'ı dünyanın en geri kalmış ülkelerinden biri haline getiren, Irak'ı perişan eden, tuttuğu her sakallıyı Guantanamo'da süründüren, İslamafobi'yi yükselttikçe yükselten Amerika, dünyadaki tüm cihat grupları için ortak ve birincil hedef.
Suriye'de ya da Irak'ta da, emin olun, Afganistan'da olanın aynısı olacak. Kendi içlerinde çeşitli kavgalar yaşayan, hatta birbirlerini öldürmek konusunda da cimrilik etmeyen tüm cihat grupları, söz konusu Amerika olunca birleşiverecek.
Aslında burada bir parantez açmak lazım... Sisi'ye konuşma yaptırtan, bu aşağılık darbeciyi Recep Tayyip Erdoğan'la aynı masaya oturtmaya çalışan Amerika ve Batı, aslında zaten 'Müslümanların terörist olması' sektöründe çalışıyor. Kendi ülkelerini kendi özgür iradeleri ile yönetemeyen halkların 'terörize olması' dünyanın her yerinde doğal sonuçtur zira. Parantezi şimdilik kapatalım.
Anlayacağınız, Amerika'nın başını çektiği koalisyon yıllarca Irak ve Suriye'den çıkamayacaktır. Ya da şöyle söyleyelim. '2016'da Afganistan'dan çıkacağız, çünkü artık Afganistan'da el-Kaide unsuru kalmamıştır' şeklinde bir yalana sığınmadan bölgeden ayrılmaları söz konusu olamayacaktır.
Burada kilit ülke, elbette Türkiye'dir. Şayet Türkiye, Suriye savaşının başından beri durduğu yerde durur ve 'güvenli tampon bölge' fikrini hayata geçirebilirse; mültecileri kendi ülkelerindeki güvenli koridorda oluşturulacak şehirlere kaydırabilirse; sadece 'insanların güvenliğini sağlama' noktasında kalabilirse ne âlâ. Ancak, koalisyon denen zibidiliğin dümen suyuna girer de kara harekâtı da dâhil olmak üzere tüm direniş gruplarıyla çarpışmayı göze alırsa...
Hayır. Türkiye bu riski göze almamalı. Hem Suriye ve Irak konusunda başından beri durduğu 'tutarlı pozisyon' hem de Türkiye'de misafir ettiğimiz 1,5 milyon insan bu riskin alınmamasını öngörür.
Suriye'de bütün muhalif grupların vurulması, Esed denen adamın iktidarını sürdürmesi anlamına gelmeyecek mi? Türkiye, böylesi bir yükü sırtında
taşıyabilir mi?
Amerika'nın 'özgürlük' dediği, biz ve bölgedeki tüm Müslüman unsurlar için 'bataklık'tır. Daha fazlası değil.
Ne diyordu Coelho: 'Dayının. Amerika'nın her terörist dediğine sen de terörist diyeceksen alayımız teröristiz. Biliyon di mi?'
Yenişafak