SİYASET

Hasan Karakaya : Bu kış, PKK ve FETÖ’nün son kışı olabilir!

Tarih
30 Kasım 2015
İzlenme
3450 Kişi

Herhalde, ben de aynı kanaatte olduğum için, Orhan Miroğlu’nun sözlerini daha doğrusu “tesbit”lerini çok önemsedim...

Herhalde hatırlarsınız...

Daha önce; “Paralel İhanet Çetesi’nin de, PKK terör örgütünün de, 2016 veya en geç 2017’de biteceğini” birkaç defa yazmıştım...

Gerekçem şuydu:

ABD veya Avrupa ülkeleri, her ne kadar “taşeron” olarak kullansalar da; bir “terör örgütü”nü, “resmî” olarak muhatap almazlar... Bir “ülke”nin muhatap alacağı taraf, başka bir “ülke”dir!..

Daha da açıkçası;

ABD veya Avrupa; “Türkiye Cumhuriyeti” gibi “güçlü bir devlet” ortada dururken, kalkıp da “Fetullahçı Terör Örgütü”nü veya “PKK Terör Örgütü”nü ilelebet muhatap almaz... Bu, hem akıl kârı değildir, hem mümkün değildir!..

İşte bu yüzden;

2016 veya en geç 2017’de, PKK’nın da, FETÖ’nün de işi bitecektir!..

PKK HIZLA ZAYIFLIYOR!

Benim kanaatim bu yöndeydi...

Dün baktım; Ankara Büromuz muhabirlerinden Mücahit Gündoğdu ile mülakat yapan AK Parti Mardin Milletvekili Orhan Miroğlu da, benimle aynı kanaati paylaşmış...

Demiş ki;

“Bu, PKK’nın son kışı olabilir?”

Nasıl yani?..

Miroğlu, sözlerini şöyle sürdürmüş:

“Operasyonlar kararlılıkla sürdürülecek... Çünkü bu operasyonlar, sadece kamu güvenliğini sağlamak gibi bir mantıkla açıklanamaz... Türkiye Cumhuriyeti ile PKK arasında, o bölgenin kimin tarafından yönetileceğine dair bir mücadele var... PKK bu mücadelede başarı elde ederse, uluslararası müttefiklerine karşı daha iyi bir pozisyon elde edecek. 

Ama şu ana kadar olduğu gibi, hızla zayıflamaya devam ederse; güçlü olduğu bazı şehirlerdeki ve sınır şeridindeki yapılarını kaybederse, o durumda, bu kış; PKK’nın son kışı da olabilir.”

FETÖ VE PKK’NIN BAĞLILIKLARI

Dedim ya;

Ben de Miroğlu ile aynı kanaatteyim...

Çünkü, “dünya” şunu gördü:

İsrail veya Suriye gibi “terör devletleri” ya da DAEŞ, PKK ve FETÖ gibi “terör örgütleri” ile iş tutmak, hem “riskli”, hem de “pahalı!”

Ne yaptı PKK?..

İran’a, Esed’e, Rusya’ya ve hatta ABD’ye “bağlılık yemini” edip, dedi ki;

“Ben Doğu veya Güneydoğu’da iktidar olabilirim... Bu iktidarı, Türkiye’ye rağmen sürdürebilirim... Ben sizin için iyi bir partnerim... Sizin en büyük derdiniz Türkiye ise, ben size çok yardımcı olabilirim.”

Peki, “FETÖ Lideri Fetullah Gülen” nasıl bildirdi bağlılığını?..

O da dedi ki;

l “159 devlet içinde hizmetlerimiz var... Bunların bekâsı için Türkiye feda edilebilir.”

l “Hizmetlerimizin devamı için haklı olandan yana değil, güçlü olandan yana olmak, esas düsturumuz olmalıdır.”

l “Türkiye’deki mücadelede ABD ile birlikte hareket eder, ABD’nin yanında yer alırsak, güçlü çıkarız.”

l “Tedbir, İnkâr ve Takıyye ile her yolu kullanarak mücadele edeceksiniz... Hizmetlerimizin devamı için Uzun Adam gibi bir insan veya Türkiye gibi bir ülke gitse ne olur.”

Bir cümle daha:

“ABD ve Batı, bizden; ya 159 ülkedeki okullarımızı kapatmamızı, ya da Tayyip Erdoğan’ı götürmemizi istiyor... Ya okullar, ya Erdoğan!.. Hizmetlerimizin devamı için bir kişi veya bir ülke gitse ne olur?!?”

Söyleyin Allah aşkına;

“ABD ve Batı’ya bağlılık” yönünden PKK ile FETÖ arasında bir fark var mı?..

Her ikisi de;

“Türkiye ve Erdoğan düşmanı!”

ÖNCE HAİNLERİN KELLESİ!

Bilirsiniz, “Osmanlı dönemi”nde bir uygulama vardı... Osmanlı ordusu, bir “kale”yi kuşatır da, “içeriden biri, kapıları açarsa” yani “kaleyi teslim” ederse, ilk önce onun “kellesi”ni uçururmuş!..

Peki, niye?..

Derlermiş ki;

“Kendi milletine ihanet eden bir adam, yarın da bize ihanet eder!”

ABD ve Avrupa bunu bilmez mi?..

“Türkiye’ye ihanet eden FETÖ ve PKK”nın yarın da kendilerine ihanet edeceğini bilmezler mi?.. Bildikleri içindir ki; onları bundan sonra “kullanmayacaklar” ve fişlerini çekeceklerdir!..

Ya “2016 Kışı”nda,

Ya da 2017’de!..

FETÖ’nün de, PKK’nın da, 

Çırpınışları boşuna!..

Bundan sonra;

“Kendi kafalarına sıkacaklar!”

Tahir Elçi’ye sıktıkları gibi!.

Ortadoğu politikasında tasfiye edilemeyen tek güç: Türkiye

Bugün farklı bir uygulama yapıp, köşeme “misafir” aldım... Evet; AK Parti İstanbul Milletvekili Metin Külünk, bugün “misafir yazar”ımız oldu...

Metin Külünk; “Ortadoğu Politikasında tasfiye edilemeyen güç: Türkiye” başlıklı yazısında, bir “Rusya tahlili” yapmış ve “esas meselenin Esed değil, Kıbrıs” olduğunu yazmış...

Buyrun, Metin Külünk’ün ilginç yazısını hep  birlikte okuyalım:

RUSYA’NIN GİZLİ AJANDASI

METİN KÜLÜNK

Rusya’nın ideolojik karakteri II. Katerina döneminde vücut buldu... Bu tarihten itibaren sıcak denizlere inme politikasının yanında, bir de III. Roma İmparatorluğu, nam-ı diğer GREK PROJESİ devreye sokuldu. 

Pek tabiî; birinci muhatap olan Osmanlı Devleti, bu konuda oldukça sıkıntılı bir süreçten geçti.

Rusya’nın; bu hedefini gerçekleştirmek amacıyla Boğazlar üzerine gerçekleştirdiği her girişim, Batılı güçler tarafından engellendi. Dolayısıyla; Rusya, farklı bir kanal ile Kafkasya üzerinden sarkma çabalarını devreye soktu.

Kısa bir özetle birlikte I. Nikola döneminde meydana gelen Kırım Savaşı’na da göz atacak olursak, görürüz ki; Batılı devletler Rusya’yı dizginlemek amacıyla Osmanlı Devleti yanında saf tutmuş, böylece hem Rusya’yı dizginlemiş hem Osmanlı’yı belirli bir oranda güçlü olmak kaydıyla yaşamını sürdürmesine izin vermişti... İşte bıçağın sırtı da burasıdır, yani Rusya ile Avrupa’nın arasında sıkışan Osmanlı Devleti..

O dönemde, Batı dünyası ve özellikle Birleşik Krallık, bizi sevdiğinden değil, aksine Hindistan ile olan bağlantısını kesebileceğini düşündüğü Rusya’dan çekindiği için Türkiye’nin yanında yer almıştır. 

Öyle ki;

Rusya’nın Kafkaslar’dan aşağıya doğru Akdeniz’e süzülmesi her şeyden çok İngiltere’nin dış siyasetine etki ediyordu. Boğazlar ise; kimsenin kimseye yâr edemeyeceği bir stratejik nokta olduğundan, titizlikle Ruslardan korunuyordu. Bu da III. Selim ve II. Mahmud’un denge siyaseti ile, ustalıkla üstesinden geldiği bir durumu ifade etmektedir. Yani Osmanlı, her iki tarafın da çıkarlarından faydalanmasını bilerek olası bir boğaz işgalinin önüne geçmişti. 

Rusya sıcak denizlere inemedi.

Osmanlı’nın Ruslar’ı sıcak denizlere indirmeyişi ve Batı’nın da çıkarlarına teslim olmayışı Ruslar’ı bu emellerini biraz daha ertelemeye itmiştir. 

Ta ki günümüze kadar.. 

Ortadoğu’da 2008’de başlayan çatışma ve istikrarsızlık ortamı Rusya’nın, tüm bunları bahane ederek yeni bir Akdeniz Planı’nı hayata geçirmesine olanak sağlamıştır. Gelinen noktada Esed’e verilen açık destek de buna yetmeyince DAEŞ bahanesi ile, fiili olarak Akdeniz kıyılarına kadar askeri operasyon yapmaya başlamıştır. Kaz gelecek yerden tavuk esirgemeyen Rusya, Esed’e verdiği yoğun askeri destek ile niyetini açık açık ortaya koymuştur. 

ASIL MESELE KIBRIS

Rusya, DAEŞ bahanesiyle girdiği Suriye’den, aynı bahane ile Kıbrıs Rum Kesimi’ne girme ve orada da bir askeri üs kurma peşindedir. Bunun propaganda işi de Kıbrıs Ortodoks İnsan Hakları Merkezi’ne verilmiştir. Rusya’nın Akdeniz’e açılma projesinde nihai hedef Kıbrıs Rum Kesimi’dir. 

Yoksa DAEŞ’in izinin bile olmadığı Türkmendağı’nda Rusların ne işi var...

Bunun altyapısını da “Rus ve İran kaynaklı gazeteler”in 2014’te ısrarla dile getirdikleri: “DAEŞ Kıbrıs’ı işgal edecek” söylentileridir. 

Örneğin Rum Politis gazetesi; DAEŞ’in faaliyetlerini Kıbrıs’a yaydığına yönelik şişirme haberlerle Kıbrıs Rum halkını bu düzene hazırlamaktadır.

Görüldüğü üzere Rusya, Boğazlara gerçekleştireceği operasyonlar karşısında Batılı devletlerden gelecek tepkilerden dolayı, başka bir yoldan Akdeniz’e direkt inme çabası içerisindedir.

BATI’NIN GİZLİ AJANDASI

Batı dünyasının her ne kadar Türkiye toprakları ve Ortadoğu üzerinde emelleri olsa da söz konusu Rusya olduğunda; Türkiye ile aynı safta yer aldığını görüyoruz. Bu durum bir göz aldatmacası meydana getirmemeli. 

Az önce bahsi geçen ve bahsi geçebilecek daha bir sürü örnekle yola çıktığımızda Rusya’nın dolaylı yoldan Batı dünyasını tehdidini görürüz.

Nitekim Napolyon’un Mısır’ı işgali ve ardından İngilizlerin Fransızların elinden aldığı Mısır’ı, Cezayir’in işgalini aklımızdan çıkarmamalıyız. Elbette herkesi düşman görmek gibi ütopik bir siyasetten söz etmiyoruz ama, tedbirli davranmamız gerektiğinin de farkındayız.

Unutulmamalıdır ki;

Dünya üzerine meydana getirilmeye çalışılan İslamofobi algısı, yine Batı dünyasının devreye soktuğu yüzyıllık girişimlerden biridir. Kaldı ki; Ukrayna krizinde Batı dünyasının Rusya’ya göstermelik tepkileri birkaç sansasyonel söylemden öteye geçmemiştir. 

Kırım’ı işgal ederek topraklarına katan Rusya’ya karşı Batı neden sessiz kalmıştır? Çünkü Ukrayna’da doğal kaynak yoktur ve Batı için stratejik bir tehdit oluşturmamaktadır. Ukrayna konusunda ciddi bir tepki ve yaptırıma gitmeyen Avrupa, konu Ortadoğu olduğunda Rusya’ya karşı bir savaş içerisine girmiştir. 

Bu savaşta da; Türkiye’yi piyade, kendisini ise komutan olarak nitelemektedir. Türkiye’nin terörle mücadelesi olayında ve 7 Haziran’da Türkiye’ye karşı düşmanca bir tavır takınan Avrupa, bir anda Türkiye’nin Rus uçağını düşürmesiyle destekçisi kesilmiştir. 

Gizli ajandaları olan Rusya ve Batı’nın göremediği bir şey var...

TÜRKİYE, EZBER BOZDU!

Kimse, Türkiye’nin 13 yılda;  devrimsel nitelikte bütün kurumları ve dinamikleriyle bu derece güçleneceğini tahmin edemezdi... Ama Türkiye çok kısa bir zaman zarfında tabiri caizse tepeden tırnağa yepyeni ve güçlü bir ülke konumuna yükseldi. 

Bu yükselişi durdurmak, zayıflatmak ve hatta söndürmek için günümüze gelene kadar yerli ve yabancı bütün unsurlarla saldırdılar. Ama Türkiye’de gerçekleşen siyasi istikrar ortamı bu salvolara boyun eğmedi ve Türkiye, bölgesinde de önlenemez bir güç halini aldı. 

Bu  hususları göz önünde bulundurduğumuzda, net bir şekilde görünen; Türkiye’nin kimseye müdana etmek durumunda kalmadan yürüttüğü Ortadoğu politikasıdır. 

Öyle ki, Batı dünyası;

Türkiye’nin PKK ve DAEŞ’e düzenlediği eş zamanlı operasyonlar karşısında kısa süreli şoklar yaşamıştır. Aynı şekilde sınırlarını ihlal eden Rus uçağını tereddütsüz düşürmesiyle de Rusya’yı şoka uğratmıştır. 

Türkiye, aslında bir mesaj veriyor.. 

Bakınız, bugün Türkiye’nin ileride bir süper güç haline geleceği ile ilgili makaleler ve kitaplar yayınlanıyor. Özellikle bazı Batılı yazarların çalışmaları dikkat çekici. Ancak bu çalışmaları incelediğimizde Türkiye’nin süper güç olmasının Batı’nın kontrolünde ve himayesinde olmasına bağlı olduğu anlamına gelen satır aralarına serpiştirilmiş bir çok şifrelere rastlıyoruz. 

Türkiye’nin Batı desteğiyle bir yerlere gelebileceği dolayısıyla güdümlü bir siyasi politika izleyebileceği öngörülmektedir. 

Elbette, bu hastalıklı bir öngörüdür... Türkiye, tam bağımsız bir ordu ve tam bağımsız politikaları ile Ortadoğu’da hiçbir gücün kontrolünde veya güdümünde hareket etmemektedir. 

Nasıl ki batının 100 yıllık planları varsa, nasıl ki Rusya’nın Akdeniz’e inme hülyaları varsa, Türkiye’nin de bir ajandası ve ulusal politikası vardır. 

Türkiye’nin bünyesi, dışarıdan müdahaleleri artık kaldırmıyor. Türkiye, kendini keşfettiği son yıllardan bugüne bir zihinsel dönüşüm içerisindedir. 

Ordusu güçlü, siyasi istikrarını sağlamış ve temel demokratik hakları içine sindirmiş bir ülke olarak küresel aktörlerin bölgedeki maşası değil, “Müslüman halklar lehine oyun kurucusu”dur. 

YeniAkit
30 Kasım 2015


YORUM YAPIN

Yorumlarınız editörlerimiz tarafından okunup onaylandıktan sonra yayına alınacaktır.

YAZARIN DİĞER MAKALELERİ Tümü
BU KATEGORİDEKİ DİĞER MAKALELER