EKONOMİ

Cemil Ertem : Çin G-20: Doğu’nun yeni paradigması...

Tarih
01 Eylül 2016
İzlenme
2255 Kişi

Bu yıl 4-5 Eylül’de Çin’de yapılacak G-20 zirvesi, geçen yıl Türkiye’de yapılan zirvenin bir bakıma devamı sayılabilir. Geçen seneki zirvede Türkiye, kapsayıcı büyümeyi öne çıkartan ve gelişmekte olan ülkelerin dünya ticaretindeki payını bu perspektifte artırmayı amaçlayan temel politikaları ve bu politikaların uygulama alanlarını gündeme getirdi. Bu sene de Çin, büyük ölçüde 2012’de ortaya çıkmaya başlayan ve devlet başkanı Xi Jinping’in 2014’teki APEC toplantısında “Çin önümüzdeki 10 yılda 1,25 trilyon dolarlık dış yatırım yapacak” diyerek ilan ettiği yeni kalkınma stratejisini G-20’nin temel başlıklarında gündeme getirecek. Çin’in “tek kuşak-tek yol” sloganı ile dünyaya tanıttığı bu strateji, 20. yüzyılda teklemeye başlayan ve yeni yüzyılın hemen başında dağılma sürecine giren Batı kalkınmasına alternatif yeni bir Doğu kalkınması olabilir mi? Sanıyorum bu soru, Türkiye dahil olmak üzere, tüm gelişmekte olan ülkelerin G-20’deki temel arayışı olacaktır.

Çifte standarda son

G-20’nin büyüme, finansal yönetişim, vergi adaleti, korumacılık ve buna bağlı dünya ticaretinin düzenlenmesi, borç sorunu, iklim değişikliği, gelir dağılımındaki adaletsizlik, terörün finansmanı ile mücadele, alt yapı yatırımlarının kapsayıcı büyümeye katkı yapmasını sağlayacak şekilde planlanması, yolsuzlukla mücadele gibi temel başlıklarını, yakın zamana değin, (belki de 2015-Antalya Zirvesi’ne kadar) gelişmiş ülkeler kendilerine göre yorumladı ve içini doldurdu. Örneğin gelişmiş ülkeler korumacılık konusunda, dünyanın doğusuna gümrük duvarlarını indirin diye baskı yaparken, demir-çelik gibi geleneksel sektörlerde çok yüksek korumacılık uygulamaya başladılar. Başta ABD olmak üzere, krizin giderek derinleştiği İngiltere ve merkez AB ülkeleri, her alanda yürüttükleri çifte standart anlayışını burada da gündeme getirdiler.

Bundan dolayı yolsuzluk ve terörle mücadele gibi stratejik başlıkların içerikleri de, hiç şüphesiz yeniden düzenlenmelidir. Örneğin gelişmiş ülkeler yolsuzluk başlığında, küresel finans oligarşisinin trilyonlarca dolarlık marifetlerini hiç gündeme getirmediler. Özellikle ABD’de 2001 yılında Enron skandalı ile başlayan ve AIG gibi dev sigorta devlerinin batması ile devam ederek, Londra’daki libor skandalı ile doruğa varan finansal yolsuzluklar zinciri nedense, hiç bir zaman G-20’nin yolsuzluk başlığında masaya yatırılmadı.

Bir diğer kandırmaca da terörün finansmanı başlığında devam ediyor. ABD ve onun ardılları, terörün finansmanı deyince swap mekanizmasının ve doların dışındaki para çevrimini anlıyorlar. Uyuşturucu ile mücadeleden, kara para aklamaya kadar olan bütün sistem dışı finansal faaliyetler, denetlemeyen-ABD’nin bilgisinden geçmeyen- dolar çevrimine endekslenerek ele alınıyor.  Böyle olunca yolsuzluk ve terörün finansmanı sadece gelişmekte olan ülkelerin bürokrasine ve güneydeki uyuşturucu ve silah baronlarına yıkılıyor. Aslında bu uyuşturucu ve silah tacirlerinin arkasında da merkezi gelişmiş ülkelerin başkentlerine çöreklenmiş finans oligarşisi var.

Terörün finansmanı

Tabii böyle olunca Batı, mesela Türkiye’nin FETÖ ile mücadelesini ve bu mücadelenin, hem terörün finansmanına hem de yüz milyarlarca dolarlık küresel yolsuzluğa karşı olduğunu anlamadı ya da anlamak istemedi. Hiç şüphesiz ki, Türkiye’nin bugün terörün finansmanı ile mücadelesi bu alanda yeni nesil bir mücadeledir ve Türkiye FETÖ operasyonlarıyla burada büyük deneyim sahibi olmuştur.

Bugün özellikle ABD, FETÖ’nün ABD siyaseti için dağıttığı milyarlarca dolarlık-ki bunlar çoğunlukla seçim kampanyası bağışı olarak yapılmaktadır- rüşveti gündeme getirmelidir. Türkiye, bunu G-20’de gündeme getirecek.

Bugün FETÖ, dünyanın azgelişmiş bölgelerinde, açtığı okullarla milyarlarca dolarlık bir kara para trafiğini ve rüşvet mekanizmasını idare etmektedir. Bu durum, siyaseti zehirlemekte ve buna bağlı olarak piyasa mekanizmasının işleyişini bozmaktadır.

Yolun sonu...

Türkiye, terörün finansmanı ve yolsuzluk başlıklarında FETÖ dolayımıyla yeni bir bakış açısını ve vizyonu gündeme getirecektir. Türkiye, Çin ve diğer gelişmekte olan ülkeler bu yıl da G-20’de Kissinger Doktrinin tarih olduğunu söyleyeceklerdir.

Şöyle diyor Henry Kissinger; “Birleşik Devletler, dünyadaki en iyi yönetim sistemine sahiptir ve insanlığın geri kalan bölümü, ancak geleneksel diplomasiyi terk edip, onun uluslararası hukuk ve demokrasiye olan saygısını kabul ederse, barış ve refaha kavuşabilir.”

Bu sözler çok açıktır, üzerinde yorum yapılmayacak kadar açıktır ve bu sözler aslında bir doktrin olarak, bütün bir yüzyıl dünyayı şekillendirmiştir.

Buna bağlı olarak, Dünya Ticaret Örgütü’nün (DTÖ) şekillendirdiği dünya ticareti üst yapısı-hukuku- yalnız gelişmiş ülkeleri (Batı’yı) önceleyen bir ticari cycle (çevrim) idi. Bu, bugün itibariyle çökmüştür. Korumacılık ve dünya ticareti, para sisteminden, gümrük mevzuatına oradan banka sistemine kadar yeniden düzenlenecektir.

G-20’nin bütün platformlarında ticari kurallar ve ticari standartlar, Kissinger Doktrini’nin ekonomik tarafı olarak, yani Amerika’nın şahsında, Batı öncelenerek belirlenmiştir. Sanayi Devrimi’ni Doğu’nun ıskalamasının temel nedenlerinden birisi budur.

Şimdi, tam şimdi, Türkiye’nin de içinde bulunduğu Doğu, ya da gelişmekte olan ülkeler, Bilgi Toplumu’na geçişi ıskalamamak istiyorlarsa, Bilgi Toplumu ticari çevrimini ve standartlarını belirlemede ortak olmalıdırlar. G-20 bunun en üst düzeyde mücadelesidir.

Milliyet
1 Eylül 2016


YORUM YAPIN

Yorumlarınız editörlerimiz tarafından okunup onaylandıktan sonra yayına alınacaktır.

YAZARIN DİĞER MAKALELERİ Tümü
BU KATEGORİDEKİ DİĞER MAKALELER