TARİH

Abdurrahim Boynukalın : Kahve Gitti, Adı Kaldı Yadigâr

Tarih
13 Temmuz 2014
İzlenme
1835 Kişi
13 Temmuz 2014...

Türkiye'ye kahve 1550'li yıllarda gelmiş. Geldiği gibi de yöneticilerin eleştiri oklarına hedef olmuş. Alkol gibi sarhoş etmeyen, tütün gibi kötü kokmayan kahve; tiryakilik oranından dolayı bu ikisiyle eş değer tutulmaya başlanmış. Öyle ki; kahve hayatımıza girdikten sonra, sabah yenilen yemek aslında hemen sonrasında tüketilecek kahve için hazırlanır olmuş. Sigara içmek için ağza atılan iki lokmaya verilen "sigara altlığı" ifadesi, kahve için hazırlanan kahvaltıya dönüşüvermiş.

Türkiye'de kahve tiryakiliğinin yerine çay kullanımının artması bu anlamda çok yakın bir tarihe tekabül ediyor. O kadar ki bir sıcak içecek olarak çay alışkanlığının yaygınlaşması 1955 yılına rastlıyor. Hikaye şu; 1954 seçimlerinden büyük başarıyla çıkan Demokrat Parti, hemen bir sene sonrasında ekonomik krizlerle uğraşıyor ve birçok malın piyasadan çekilmesine engel olamıyordu. Kahve de bunlardan biriydi. Piyasada kahve kalmadığı gibi dışardan ithal de kısıtlanmıştı. Durum bir zaman sonra o kadar kötüleşti ki; 8 Nisan 1955'te İstanbul'da hane başına 100 gram kahve dağıtımına başlandı. Kahve alanlar, muhtarların hazırladığı listeleri imzalamaya başladılar. Bir zamanlar ekmek karnesi, yağ karnesine benzer bir de kahve karnesi vardı yani..

Ekonomik kriz nedeniyle yok olan mallar ve özellikle kahve, 1957 seçim afişlerinde CHP'nin DP'yi eleştirdiği başlıca konu haline geldi. Genel ekonomik krizin parçası olarak, eski tiryakilik olan kahvenin yokluğu iyi bir semboldü. Millet ekmek bulamayacak durumda değildi. Ancak DP yönetiminin ilk yıllarındaki nisbi rahatlama ve yaşam konforundaki artış günleri artık geride kalmıştı. Komisyonlar kuruldu ve CHP'nin seçim afişlerinde hangi yöntemi kullanacağına dair tartışmalar başladı. Yöneticilerden bir grup, diğer faşist partilerin zamanında yaptıkları atılımlara dikkat çekerek "halk ekmek istiyor" temasına ağırlık verilmesini isterken, diğer taraf bunun makul olmadığını, ortada böyle bir açığın olmadığını, 1955 ekonomik krizinin açlık değil, daha çok yaşam seviyesinde bir gerilemeyi beraberinde getirdiğini ifade ediyorlardı.

En sonunda karar verildi. Ve CHP'nin, ekonomik kriz hasebiyle yapılan Türkiye'deki ilk erken genel seçime "kahve gitti, adı kaldı yadigar" afişleriyle girmesi oybirliğiyle kabul edildi. "Atatürk'ün ve İnönü'nün partisine oy ver" kampanyaları faciayla sonuçlanan CHP, bu seçim kampanyasıyla ciddi bir başarı elde etti. Millet kurucu babayı, milli şefi bir kenara bırakıp; kendisine kahve üzerinden ufak lükslerini ve müreffeh yaşamı vaad eden CHP ile daha rasyonel bir ilişki kurdu. Seçim sonuçlarında; millet bu zamana kadar yaptığı çalışmalardan dolayı merhum Adnan Menderes Bey'e vefasını gösterdi ve kriz ortamına rağmen DP'yi sandıktan birinci parti olarak çıkardı. Ancak takriben on puan gerileyen DP'ye karşılık, oylarını yüzde 6 arttıran CHP uzun yıllar sonra ilk defa iktidar umudunu tazeledi ve milletvekili sayısını 31'den 178'e yükseltti.

1954 seçimlerinde de, 1957 seçimlerinde de CHP'nin başında faşist İnönü vardı. İlk seçimde parmağını kıpırdatmadan "zaten benim partim olduğu için illa ki oy vereceksiniz" diyen İsmet İnönü, kibrinin binde birlik kısmından vazgeçip ikinci seçimde işin içine kahvenin hatrını soktuğunda ortaya çıkan anlamlı farka bütün dillerde demokrasi deniyor. Siyasal karar vericilerin milletin isteklerini ne kadar anlayıp anlamadıklarını ölçme noktasında; sandığın mantığı oldukça tutarlı.

Dün Başbakan Erdoğan'ın, "Devlet, milletin istediklerini önceden anlamış olsaydı; şu anda bambaşka bir Türkiye'de yaşıyor olurduk. Ve açık söylüyorum; bu 12 yıllık süreçte eski Türkiye'nin güçleri bizi yavaşlatmasaydı yine bambaşka bir Türkiye'yi tecrübe ediyor olurduk" cümleleriyle tanıttığı vizyon belgesi, işte tam da böyle bir yere tekabül ediyor. Türkiye artık 100 gramlık kahve için muhtara imza verenlerin ülkesi değil. Millet ne ekmek, ne de capuccino derdinde.. İnsanlar Ak Parti'ye hak-hürriyet alanlarını genişlettiği, ekonomiyi iyi idare ettiği ve dış politikada ülkenin itibarını yükselttiği için oy veriyorlar. Başbakan Erdoğan da her zamanki gibi bu ilişkinin farkında olmalı ki; vizyon belgesi bu üç başlık altında toplanıyor.

Hal böyle olunca, Başbakan Erdoğan'ın açıklamalarından bir gün önce kameraların karşısına geçen Ekmel Bey'in haline bakıp bakıp, insanın üzülesi geliyor. Çatı adayın seçim kampanyası, 1957 model İsmet İnönü kampanyasından daha geride. Ramazan'daki pide kuyrukları, halk aç kaldığı için değil. Galiba burada bir yanlış anlaşılma var.

Bu anlamda Ekmel Bey'i aslında hiç konuşmamak, yok sayıp yolumuza devam etmek gerek. Birileri çatı adayımıza kartviziti üzerine basılmış imzasını logo diye, ismine benzer google görsellerdeki ilk çıkan nimeti de slogan niyetine yutturmuş. "İş, aş, Haydar Baş"ın bile yanında Obama seçim kampanyası kaldığı bir seviye... İhsanoğlu, bütün partilerin tabanlarından oy istediğini söylüyor. "Biz hep HDP'ye oy verdik, şimdi oyumuz Ekmel Hoca'ya" afişindeki Kürt aile ise ibretlik. Ekmeğe gönderme yapmak için buğday tarlasının üzerine photoshoplanan aile; üç nesildir İsveç'te yaşıyor hissi veriyor. Velhasıl-ı kelam, Taha Akyol reklam ajansı işine girmediyse; yüz milyon dolar çöpe atılmış. Geçmiş olsun.

Bu durumda bütün milleti ikna etmek için geriye sadece "kucaklayıcı dil" kalıyor. Ancak orada da durum pek iç açıcı değil. Arkaik solculuk ile Gezi "aydınlanması"ndan çıkan bulamaç, Anıtkabir-Bakırköy istikametinde son sürat ilerliyor. Elimizde kalan son şirinlik; Başbakan'ın toplantısına katılan sanatçıların isimleri ve yanlarında kocaman kırmızı çarpıların olduğu "finish him!" listeleri. Çiçek çocuklar Gezi ittifakının, Merkel'den gelen selam ile Bismillahlar eşliğinde açılan Ford fabrikasında dağıldığının farkında bile değiller.

Değişen bir şey yok. AK Parti'nin demokrasi noktasındaki gelişmeler, hak ve hürriyetler zemininde gerçekleştirdiği atılımlar CHP ve MHP'yi dindar bir aday göstermeye zorlamamış. Yanılmışız. Aslında yeniden üretilmek istenen şey; sınıfsal kibrin tek parti dönemini asr-ı saadet kabul ettirip bir dindar üzerinden bütün dindarları ve toplumun genelini ehlileştirme çabasından başka bir şey değil. Ekmel bey tam da bu projenin ürünü.

1950'nin "Atatürk'ün, İnönü'nün partisine oy kullan!" zorlamacılığı, Ekmel Bey'in sıcacık gülümseyişinde, Kılıçdaroğlu'nun tape dinleten ellerinde, Bahçeli'nin üçgeninde saklı. Bir de Hüseyin Aygün'ün ramazan günü gözümüzün içine soktuğu rakısında..

Yenişafak

YORUM YAPIN

Yorumlarınız editörlerimiz tarafından okunup onaylandıktan sonra yayına alınacaktır.

YAZARIN DİĞER MAKALELERİ Tümü
BU KATEGORİDEKİ DİĞER MAKALELER