SİYASET

Harun Alanoğlu : Büyük oyun

Tarih
17 Haziran 2016
İzlenme
5083 Kişi

“Sizin gibi düşünen insanlara sahip olmak denizaltı gemilerine sahip olmaktan daha büyük güvenlik sağlar.” Bu tespit yapıldığından beri dünyadaki en etkili savaş yöntemi “algı yönetimi”dir. Bu savaş yönetiminin iki tane olmazsa olmaz stratejisi vardır. Bunlardan ilki, hedef kitleye üzerlerinde operasyon yapıldığını fark ettirmemek, ikincisi de mücadeleyi zamana yayıp inisiyatifi elde tutmaktır. Mücadeleyi zamana yaymak; insanların hemen kabul etmeyecekleri bir fikre aşina olmaları için o fikrin söylemlerini uzun bir zaman diliminde aralıksız bir şekilde dillendirmektir. Atalarımız bunu “Bir kişiye kırk sefer hırsız derseniz hırsız olur.” diyerek açıklamıştır ki bu söz kırk sefer hırsız denilecek kişinin artık hırsızlık yapmaya başlayacağını değil, herkesin o kişiyi artık hırsız olarak görmeye başlayacağını anlatır. İnisiyatifi elde tutmak da siz hedef kitleye inanmalarını istediğiniz fikirleri yüklerken size karşı mücadele edecek kişi veya kurumların söylemlerini kontrol edebilmenizi ifade eder, bunu yapabilmek için karşıtlarınıza malzemeler verip gündemlerini kontrol altında tutarak onları hem kırmızı çizgilerinizin dışında tutarsınız hem de gündemlerini devamlı değiştirerek sizin aleyhinize belli bir algı oluşturabilmelerini engellersiniz; çünkü algı savaşında değişmeden kesintisiz devam eden söylemler durmadan değişen söylemlere galebe çalar.

Algı savaşının en önemli silahlarından biri de psikolojik üstünlüktür, bu üstünlüğü elde tutabilmenin birinci yolu devamlı saldırıp karşı tarafı savunmada bırakmaktır, savunma yapan tarafın üstünde bir baskı oluşur ve baskı, hata yaptıran etkenlerin başında gelir. Bu yüzden yapılan saldırılara karşı savunma yapmak yerine alternatif bir tavır benimsenmelidir, önemsememek veya karşı saldırıya geçmek bu tavır için iki örnek olabilir. Savunmaya geçmek hedef kitle olan halkın “acaba” sorusunu sormasına, halkta oluşan bu şüphe ise psikolojik üstünlüğün saldıran tarafa geçmesine sebep olur. Üstünlüğü elinde tutanlar kolay kolay kaybetmez çünkü üstün taraf bir karizma elde eder ve halk bu karizmayı sever.

Buraya kadar anlattıklarım bundan sonra anlatacaklarımı okurken bilmenizi istediğim bazı teknik bilgilerdi. Nasıl saldırdıklarını bilmezseniz başınıza gelenleri anlamanız da mümkün olmaz.

İnsanların düşmanları başka insanlar değildir, insanların düşmanları başka fikirlerdir, yani düşmanlarınız sizinle aynı fikirde olmaya başladığı anda düşmanlarınız olmaktan çıkarlar. İnsanların fikirlerini ise din, örf, âdet gibi etkenler oluşturur, yani size düşman bir toplumun örf, âdet ve dinlerini sizinkilere benzeterek düşmanlarınızı yok edebilirsiniz. İşte mensuplarını öldürerek inançlarını yok etmenin mümkün olmadığı İslam dünyasının üzerinde uygulanan proje tam olarak budur. Bu da algı yönetimi hakkındaki ilk anlattığım stratejilerle yapılmaktadır; yani Müslümanlar kendileri için yapılmış planların farkında olmadan, uzun zamana yayılmış yavaş yavaş işleyen bir operasyonla dönüştürülmeye hazırlanıyorlardı. Bölgesel şartlara göre bazı farklılıklarla yürütülen bu operasyon planı şu şekildedir: Müslümanlar önce fakirleştirilecek ve eğitimden mahrum edilerek üçüncü sınıf insanlar kategorisine düşürülecekler, sonra da iki yeni İslam anlayışı çıkarılarak birini seçmeye mecbur bırakılacaklar. Bir tarafta İslam dinini küresel güçlerin istediği şekilde modernleştirerek diyalog söylemleri altında diğer dinlerle ortak paydaya getirecek Fethullah Gülen gibi isimler, diğer tarafta da IŞİD, Boko Haram gibi cehaletin ve vahşiliğin dibini görmüş terör örgütleri olacaktı. Herkes bu iki seçeneğe aşina olduktan sonra da Müslümanlara “seçin birisini” denilecekti. Üçüncü seçeneğin yani gerçek İslam'ın güçlü bir savunucusu olmayacağı için yapılacak algı çalışmalarının da etkisiyle büyük çoğunluk tarafından bu seçeneklerden ilki yani Fethullah Gülen'in diyalog İslam'ı seçilecek, ikinci seçenek de yavaş yavaş yok edilerek Müslümanlar kontrol altına alınmış olacaklardı. Peygamber Efendimiz'in cemaatle, programlarına dahi katılacak kadar samimi olduğuna dair oluşturmaya çalıştıkları algı da o gün gelince yapacakları “Hocaefendi bizzat Peygamber Efendimiz'le mübeşşiratta bulunup O'nun hükümlerini aktarıyor.” şeklinde yapılacak algı yönetimine hazırlanan zemindi ama planda olmayan biri yani Tayyip Erdoğan çıktı ve üçüncü seçeneğin savunucusu oldu. Simgesel bir değer kazanan Erdoğan'ın yok edilmesi Müslüman kesimi daha çok kenetlendirebilirdi, bu büyük bir riskti bu yüzden kendisini değil de itibarını yok etmeliydiler, hem zaten Erdoğan siyasetçiydi ve siyasetçilerin itibarları çok uzun sürmezdi. Yapmaları gereken şey siyaseten önünü kapatmamak ve itibarının yok oluşunu izlemekti. Bu olurken de geleceğe dönük planlar gereği Fethullah Gülen güçlendirilecek ve bu işin sonunda Türkiye Fethullah Gülen tarafından küresel güçlerin istediği şekilde yönetilen bir İslam devleti olacaktı. Bunun için önce devlete hakim Kemalist Ergenekon yapılanması sonra da Tayyip Erdoğan bertaraf edilecekti. Ergenekon Erdoğan'a da düşman olduğu için ilk aşama Erdoğan'ın desteğiyle aşıldı. Ergenekon'u bertaraf ederken hükümetle yaptıkları işbirliği sayesinde devlet kademelerine daha sonra Erdoğan'a da operasyon yapacak kadar adam yerleştirdiler. Bunun yanı sıra siyasette de tek güç olmak için CHP ve MHP'ye kaset operasyonları yaparak CHP'yi tamamen MHP'yi de kısmen ele geçirdiler bunların hemen ardından da ikinci aşamaya yani Tayyip Erdoğan'ı devirme aşamasına geçildi. Erdoğan'ın itibarı canından ötedeydi ve bu itibar miras olarak kalmamalıydı. Bu yüzden itibarını hedef alan saldırı hazırlıkları başladı. Kumpaslar kuruldu, montajlar yapıldı, dosyalar hazırlandı ve saldırıya geçildi. Ayakkabı kutusu propagandasıyla başlayan iftira kampanyalarıyla devirecekleri Tayyip Erdoğan'ı sonu gelmeyecek iftiralarla itibarsızlaştırma yoluna gideceklerdi. Bilinçli verdikleri yanlış istihbaratla Uludere'de 35 kaçakçıyı terörist grup olarak gösterip devlete öldürterek ileride başlatılacak savaşta PKK'ya taban desteği sağlamaya çalışan paraleller rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu suikastını da Tayyip Erdoğan'ın yaptırdığını söyleyecek kadar ileri gideceklerdi. Yazıcıoğlu'nu, olayın kaza olmadığına dair izler bırakarak şaibeli bir şekilde öldürmelerinin sebebi de buydu. Bu suikast dahil birçok iftiranın sahte kanıtları zamanı gelince kullanılmak üzere hâlâ bir kenarda bekletiliyor. Tayyip Erdoğan'ı IŞİD'le irtibatlandırarak da üç kuş birden vuracaklardı. Bunu yaparak hem Erdoğan'a uluslararası savaş suçları mahkemesinin yolunu açacaklardı hem Kürtlere saldırttıkları IŞİD'i Erdoğan'la irtibatlı gösterip ileride başlatılacak şehir mücadelesinde PKK'ya Kürt halkının destek vermesini sağlayacaklardı hem de ileriki aşamada Fethullah Gülen'in temsil edeceği diyalog İslam'ı karşısındaki gerçek İslam seçeneğini bertaraf ederek planın başındaki iki seçeneğe yani Fethullah Gülen ya da IŞİD seçeneklerine geri dönmüş olacaklardı.

Bu basit bir Tayyip Erdoğan ya da AK Parti meselesi değil. İslam dini, tarihinin en ağır saldırısı altında ve bu çok profesyonelce yapılan bir saldırı. Tayyip Erdoğan'ın şahsında İslam'a saldırıyorlar. Bundan önce olduğu gibi bundan sonra da bütün Tayyip Erdoğan'ların itibarlarına saldıracaklar. Tayyip Erdoğan'ların itibarlarını yok edebilirlerse İslam dünyası kaybedecek. Bu mücadele belki ömrümüzden daha uzun olacak ama biz var oldukça hep bu mücadelenin içinde olacağız; çünkü hepimizin başı dertte ve hepimiz özgür olmadan hiçbirimiz özgür olmayacağız.

Zaman
17 Haziran 2016

YORUM YAPIN

Yorumlarınız editörlerimiz tarafından okunup onaylandıktan sonra yayına alınacaktır.

YAZARIN DİĞER MAKALELERİ Tümü
BU KATEGORİDEKİ DİĞER MAKALELER