GÜNCEL

Fuat Uğur : Altılı Ganyan ve Çakma Megastar’ın dipsiz çukurdaki yeri

Tarih
19 Şubat 2022
İzlenme
1876 Kişi

Hani bir laf vardır “Körlerin ülkesinde tek gözlü adam kraldır” diye.

Tarkan gibileri ülkemizde “Megastar” olarak tanıttıklarından beridir, hep bu söz aklımda.

Megastar denilen ama “Kasabastar”dan öteye geçememiş, sıradan bir ses; koyunun olmadığı yerde Freddie Mercury muamelesi görmüş bir isim.

Zamanında ABD’nin en büyük plak şirketlerinden olan Atlantic Records’un sahibi Ahmet Ertegün’ün yanına “Şu bizim çocuğu adam et, bizim de dünyaca ünlü bir starımız olsun” diye gönderilmiş ama beceremeyince Türkiye’ye geri dönmek zorunda kalmıştı.

Çünkü ABD’nin dünya çapındaki starları olan Ray Charles, Aretha Franklin, Ella Fitzgerald, Miles Davis, Strevie Wonder, The Rolling Stones, Bee Gees, Led Zeppelin, Genesis, Emerson Lake and Palmer gibi efsanelerin üne kavuşmasını sağlayan Ahmet Ertegün, bu çocuktan bir cacık olmayacağını, kısa zamanda anlamıştı. Yine de dostlarının hatırına onunla ilgilendi, kendisine bir prodüktör tahsis etti. Ama en büyük marifeti öğrendiği iki üç figürle göz süzüp sahnede kıvırmak olan Tarkan’da ses de yoktu, sanatçı kumaşı da. ABD’de uzun bir süre yaşadı ama İngilizceyi yeterince öğrenemedi. Daha sonra ortalığa saçılan bazı fotoğraflarından anlaşılacağı üzere garip işlerle vakit öldürdüğü ortaya çıkmış, Ahmet Ertegün’ün çalıştırması için görevlendirdiği prodüktörler de bundan yaka silkip umudu kesmişlerdi.

Parası bitince “Vatanımı özledim ve bu hasretle orada kalamayacağımı anladım” tarzı yavelerle Türkiye’ye geri döndü. Nasıl olsa onu “Megastar” sanacak kör bir kitle vardı hazır. Zaten Sezen ablası birkaç oryantal şarkı daha verir, durumu idare ederdi. Etti de. Hem de çoğu çektiği reklam filmlerinden olmak üzere iyi para kazandı.

Dün akşam çıkardığı yeni “single”ı ile öğreniyoruz ki “politik” şarkılar yapmaya başlamış.

Dinliyoruz, “Gitçek gitçek, Geldiği gibi gitçek, Her şeyin sonu var, bu çile de bitçek, hadi babam düş yakamızdan” filan diyor kelimeleri ezerek.

Cem Yılmaz’dan sonra bu.

Muhalefetin militanlığına soyunarak yalakalığın sınırlarını zorluyor.

Dediğine göre bu şarkıyı Pandemi nedeniyle umutsuzluğa düştüğü bir anda yapmış bu şarkıyı. Sözlerinin Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile iktidarını hedef alan, muhalefeti arkalayan bir şarkı olacağını bilerek bugünleri seçmiş ve âdeta CHP’ye seçim şarkısı hediye etmiş. Zaten tüm CHP’li vekiller ve belediye başkanlarından Meral Akşener’e dek hepsi paylaştı.

Devlet Bahçeli’nin beni çok güldüren ALTILI GANYAN tanımlamasındaki “Altılı Masa”nın bileşenleri Tarkan’ın şarkısıyla iktidar umutlarını tazelemiş.

Aslında iyi de etmiş, millet kimin kiminle birlikte olduğunu görebiliyor böylece.

Tarkan’ın tercihleri ve yönelimleri kendisini ilgilendirir. Ama bu saatten sonra muhalifliğe sığınması onun için köprüden önceki son çıkış. İhsan Aktaş’ın deyimiyle intihardan önceki son adım. Amigoların FETÖ’cü bot hesapların alkışı da onu kurtaramayacak.

Her şeyin bedeli var.

Bir gün gelir ödenir…

 

POLİTİK ŞARKICI OLUNUR AMA BÖYLESİ DEĞİL

 

Bu arada tüm dünyada ve Türkiye’de de yakın geçmişte hep politik şarkıcılar oldu. Hem de yüzlerce. Hele Türkiye bu konuda özellikle sol gelenek için çok münbit topraklara sahip. Aralarında tanıdığınız olan ünlülerden bazılarını sıralayayım:

Pink Floyd, Jean Ferrat, Joan Baez, Bob Dylan, Cem Karaca, Edip Akbayram, Ahmet Kaya, Fikret Kızılok, Selda Bağcan, Paul Robeson, İnti İllimani, Ruhi Su, Rahmi Saltuk, Leo Ferre, George Brassens, Âşık Mahzuni, Bruce Springsteen, Erkin Koray, Mikis Theodarakis, Maria Faranduri, Victor Jara, John Lennon, Yaşar Kurt…

Bu şarkıcılar tavırlarını baştan ortaya koyar ve rüzgâra göre yelken açmazlar, bazen akıntıya karşı yüzerlerdi. Kimileri inançları doğrultusunda canlarını verdi. Bu anlamda hepsi bana göre saygıdeğerdir.

Tarkan gibileriyle onları yan yana düşünemiyorum bile… 

İki adet Mustafa İslamoğlu ve iki Ayasofya!

 

“İnsanda insanlığın tüm hâlleri bulunur” demiş Monteigne.

Ama Fransız filozofun bahsettiği bu “hâller”den, kendini ilahiyatçı olarak tanıtan Mustafa İslamoğlu’nun hâllenmelerini anlayamayız.

İslamoğlu Ayasofya konusunda dün:

“Ayasofya’nın müze olmasının hesabı sorulmalıdır. Fatih’in vakfiyesinde aynen şu ibareler yer almaktadır: Bu mabedi mabet olmaktan çıkaranlar olursa bir gün, Allah’ın melekleri ve tüm lanet edenlerin laneti onun üzerine olsun. Ta o zamandan bunu görmüştür Fatih Sultan Mehmet Han. Bir gün gelir inşallah özgürlüğüne kavuşur.”

Demişti.

Bugün de Alman devletinin yayın organı DW’den fonlanan Nevşin Mengü’ye bir röportaj vererek aşağıdaki sözleri söyledi:

“Ayasofya’nın camiye çevrilmesi esasen Kur'ân-ı kerime aykırı bir eylemdir. Anlatabiliyor muyum? Fetih suresi nedir ona bakmak lazım. Peygamberimizin müşriklerle yaptığı Hudeybiye barış anlaşmasının sonucunda inen sure Fetih suresidir. Bugün Fetih suresini okuyorlar İstanbul’un alınışında. Ne kadar cehalet var görüyor musunuz? Kılıçla hutbeye çıkıyorlar vesaire. Fetih bu değil, fetih bir insan yüreğinin fethedilmesidir. Yani ilahi koruma altındadır tüm mabetler. Kur'ân’ın koruması altındadır. Kur'ân'la çakışmıyor, çatışıyor bu uygulama.

Şarkıcısı öyle, “İlahiyatçısı” desen böyle.

Tuhaf bir insan malzemesi var bu ülkede vesselam...

 

Ya devlet başa, ya kuzgun Leşe!

 

Ünlü oyun yazarı Orhan Asena’nın aynı adlı eseri yıllarca Devlet Tiyatrolarında sahnelenmişti. Yazarın Taht ve Baht Dörtlemesi adını verdiği dört oyunun üçüncüsüydü. Oyunda Kanuni Sultan Süleyman'ın oğulları Bayezid ve Selim arasındaki taht kavgası anlatılmaktadır. Ben de izlemiştim. Başrolünde efsanevi aktris Ayten Gökçer vardı.

Aynı zamanda II. Mahmud’a ait olduğu ve III. Selim şehit edildiği gün söylediği ifade edilen bu söz “Giriştiğim iş beni ya büyük bir varlığa ve mevkiye ulaştıracak ya da mahvedip batıracak” anlamına geliyor.

Büyük yazarlarımızdan Kemal Tahir’in dediği biçimiyle Türk siyasetinin de deyimleşmiş ifadelerinden biri bu.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Pandemi ve arkasından gelen küresel ekonomik krizin ülkemize yansımalarıyla imtihan edildiği bu dönemde, özellikle de gıda sektöründeki kapitalist çetelerin, zincir marketlerin soygun düzeniyle vatandaşı soyup soğana çevirmesi karşısında bu söz ciddi ciddi insanın zihnini meşgul ediyor.

Düşünün vatandaşın boğazından iki lokma daha ucuz geçsin diye fedakârlık üstüne fedakârlık yapıyorsun ama kartelleşmiş çeteler bildiğini okuyor.

Son olarak “KDV’yi yüzde 8’den yüzde 1’e indirdim. Bu etiketlere yansısın, yüzde 7 de onlar indirsin lütfen!” dedi Cumhurbaşkanı. Bu bilgiyi önceden haber alan zincir market çeteleri, tuttular etiketlerindeki fiyatları önce yüzde 10 artırdılar, iki gün sonra yüzde 7’lik indirim açıklanınca da indirdiler. Sonuçta hem sözde “indirim” yapmış oldular hem de iki üç gün önceki fiyatlardan daha yüksek etiketlerle ürünleri satmaya devam ettiler. Bu arada devletin bu iş için bütçesinden ayırdığı 27 milyar lira da onların cebine gitti.

yazının devamı

YORUM YAPIN

Yorumlarınız editörlerimiz tarafından okunup onaylandıktan sonra yayına alınacaktır.

YAZARIN DİĞER MAKALELERİ Tümü
BU KATEGORİDEKİ DİĞER MAKALELER